Yazar

Tuğba Dedeoğlu Demir

Yazılar

Her insanın hayatta zorluklar ile baş etmesi gereken durumları olur.  Hayatın günlük akışında, kariyer hayatlarımızda, ilişkilerde psikolojik olarak ne kadar sağlam olduğumuz bu zorlukları aşmamızda belirleyicidir.  Şu anda içinden geçtiğimiz pandemi koşullarında da en çok ihtiyaç duyduğumuz şey belki de esneklik. Koşullara, yaşamın dinamiklerine karşı kırılmamak için esnemeyi öğrenmek her birimizin ihtiyacı. Pozitif psikolojide de kendine yer bulan bir kavram olan “Rezilyans” esnemenin, zorluklarla baş edebilme gücünün adeta anahtarı. Rezilyans Türkiye’nin kurucusu Çiğdem Görener bu kavramın ülkemizde öncü uygulayıcılarından. Aynı zamanda kendi ismini taşıyan bir gelişim akademisi ve profesyonel pazarlama/marka yönetimi tecrübesi de olan Çiğdem Görener’den dinleyeceğimiz çok şey var. Keyifli bir röportajla baş başa bırakıyoruz sizi.

  1. Kendinizi ve kariyer yolculuğunuzu anlatır mısınız?

Çiğdem Görener Gelişim Akademisi’nin ve Rezilyans Türkiye’nin kurucusu, eğitmen, koç ve danışmanım.

Kendimi en çok öğrenmeye aşık ve fayda sağlamak misyonlu biri olarak tanımlayabilirim.

İstanbul Üniversitesi, İngilizce İktisat bölümünden mezun oldum. Londra’da kariyerim üzerine eğitimler aldıktan sonra Türkiye’ye dönerek iş hayatına başladım. Çalışırken eş zamanlı olarak Yönetim ve Pazarlama üzerine çift dalda uzmanlık alarak MBA programını tamamladım. Şu anda ise Üsküdar Üniversitesi’nden Uygulamalı Psikoloji bölümünde yüksek lisans yapıyorum.

Kariyerimin ilk yarısı kurumsal hayatta geçti. Pazarlama ve Marka Yönetimi konusunda 12 yıl boyunca kurumsal hayatta çalıştım ve işime de aşıktım. Ülker ve Hürriyet gibi büyük kuruluşlarda yöneticilik yaptım.

2007 yılında bir yönetim-pazarlama danışmanlığı firmasında danışmanken kurumlara eğitim de veriyordum. Aynı dönemde İstanbul Üniversitesi Pazarlama Bölümü öğrencilerine Marka Stratejileri dersleri vermeye başladım. Eğitim vermeye olan aşkımı bu dönemde keşfettim.

Böylece kariyer hayatımın ikinci yarısı başladı. 2010’dan sonra kariyerimi tamamen eğitim ve koçluk tarafına yönelttim.

Profesyonel koçluk ve eğitmenliğime hizmet eden çok sayıda eğitim aldım. Rezilyans benim özel uzmanlık alanım, bunun dışında “Gamification”, “Şiddetsiz İletişim”, “MBSR(Mindfulness)” programlarından da mezunum. Aynı zamanda Yaratıcı drama lideriyim.

2016’da kurduğum Çiğdem Görener Gelişim Akademisi altında “Kişisel Verimlilik, Yönetim ve Liderlik, Pazarlama ve Satış” ana başlıkları altında yeni nesil kurumsal ve açık bireysel eğitimler veriyorum, atölyeler düzenliyorum. Aynı zamanda profesyonel yönetici ve takım koçuyum.

2019’da hayata geçirdiğim Rezilyans Türkiye ise hayatımın dönüm noktalarından biri. Rezilyans Türkiye, hayatımda yaşadığım kayıplar ve hastalıkların damga vurduğu zor bir dönem sonrası kendi ayağa kalkma hikayem ile başladı. “Rezilyans’ı tüm Türkiye’ye anlatmak istiyorum.” misyonu ile kuruldu.

O yüzden benim için çok büyük önemi ve anlamı olan, işten öte bir alan.

  1. Rezilyans nedir? Rezilyans’ı hangi alanlarda ve ne zaman kullanabiliriz?

“Psikolojik sağlamlık, duygusal dayanıklılık, yılmazlık, esneklik ya da hacıyatmazlık” olarak tanımlanıyor. Bu tanımların hepsi Rezilyans’ı doğru tanımlasa da benim en sevdiğim tanım “Zorluklardan güçlenerek, öğrenerek ve büyüyerek ayağa kalkmak”.

Pozitif psikolojinin babası Dr. Martin Seligman: “Sıkıntıdan kendini toparlama ve zorluklardan büyüme yeteneği”  der.

Rezilyans aynı zamanda öğrenmeyi, uyarlanabilmeyi, dönüşümü, ilerlemeyi ve de kalıcılığı da içerir.

Rezilyans, değişimin, dönüşümün, belirsizliğin olduğu her alanda kullanılabilecek zorlu ve stresli durumlarla başa çıkmak için bir zihniyet ve bir düşünme şeklidir. Bir defalık tampon bir çözüm sunmaz.

Bu becerileri bir defa elde ettiğiniz durumda, her yeni zorlukta (bu zorluk ne olursa olsun) bu becerileri kullanabilirsiniz.

Bir de Rezilyans sadece zor bir olay ya da değişim olurken ya da olduktan sonra kullanılan bir beceri değildir. Mümkünse zor bir durumla karşı karşıya kalmadan önce kendimizi hazırlamamızı sağlayan beceriler bütünüdür.

Böylece değişim ve getirdiği zorluk hayatımıza girdiğinde çaresiz hissetmemizi engeller, başa çıkmamızı sağlar ya da sendelediğimizde ayağa kalkmamızı sağlar.

  1. Rezilyans bu pandemi döneminde çok önem kazandı. Ama siz sadece pandemi döneminin değil, 21 yy’ın olmazsa olmazı diyorsunuz. Rezilyans neden bu kadar gerekli?

Kesinlikle. Değişim hayatta hep vardı. Herakleitos o dönemde “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” diyor. Ancak 21. yy’da değişimin hızı çok arttı. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler bu kadar hızlı oldukça insanlar bir yandan dünyaya daha çok hükmettiği kanısına kapıldı. Oysa ki kontrol edebileceğimiz alanlar hala kısıtlı. Değişimin kendisi kontrol edilemeyen değişimleri yaratabiliyor. O yüzden de belirsizliği hem iş hayatında hem de özel hayatımızda çok yüksek seviyede hissediyoruz.

Pandemi, bu hızlı değişimi dünya üzerinde tüm insanlar olarak aynı anda yaşadığımız bir dönem oldu. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söylemi bir çok kişi için hala rahatsız edici, direndikleri bir durum. Ama çoğu şey eskisi gibi olmayacak. Pandemi hepimizin çalışma şeklinde, hayatında, zihniyetinde çok şey değiştirdi. Değişmeyenlerde ise bu durum gelecek dönemlerde daha büyük baskı oluşturacak.

Artık öyle bir zamandayız ki, çocuklarımızdan başlayarak değişim hepimizi etkileyecek.

Hızlı değişim ve belirsizlik ile baş etmek insanlar için çok zor. Biz insanlar, bilmek ve kontrol etmek ihtiyacındayız. Ama bu çoğu zaman mümkün değil.

O yüzden de WEF (World Economic Forum) “Geleceğin Meslekleri” raporunda Rezilyans’ı 2025 yılı ilk 10 yetkinliğinin içine aldı.

Çünkü bu kadar belirsizlikle baş ederek dayanıklı olmanın, bu denli hızlı değişimlere esneklikle adapte olmanın, küçük hatalardan korkmayıp, gelişim zihniyetinde olmanın yegane yolu Rezilyans.

Rezilyans becerilerine sahip olan kurumlar ve bireyler değişimin, belirsizliğin getirdiği baskının altında ezilmeyecek ve yoluna daha güçlü bir şekilde devam edecek. Değişime direnenler ise ister kurum ister birey olsun maalesef baskı altında ezilerek yoluna devam edemeyecek.

  1. Peki, girişimciler olarak Rezilyans ile bu zor zamanlarla nasıl başa çıkarız?

Ben de bir girişimci olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, bir girişimci için kesin olan bir şey varsa, o da yolda bol bol düşüp, kalkacağının garanti olduğudur. Girişimci olanlar bilir ki, bir gün harika haberler alıp “Bu iş oldu!” derken ertesi gün umulmadık aksilikler olur ve moraller bozulur. Girişimciler için hayat bir kalp atışı grafisine benzer, inişler ve çıkışlar boldur. İşte böyle zamanlarda dayanıklı olabilmek, hızlı değişimlere ayak uydurmak girişimcinin ayakta kalabilmesi için en önemli becerilerdir.

Girişimciler, büyük kurumsal yapılara göre daha çevik olabilirler. Ancak bunu Rezilyans’ın esneklik becerisini ellerinde bulundururlarsa yapabilirler. O yüzden girişimcilere önerim, değişime çok hızlı bir şekilde adapte olabilmek için esnek bakış açısına, gerekiyorsa hedeflerini, stratejilerini hatta en önem verdikleri ürünlerini bile değiştirebilecek bir zihniyette olmaları. Bu bakımdan Rezilyans “çeviklik”(agility) yaklaşımının ayrılmaz bir parçasıdır. Zira esnek ve çevik bakış açısıyla yaklaşmazsanız işinizi tümden yitirebilirsiniz.

Bir başka önerim girişimcilerin zor zamanlarda işlerinde buldukları anlamı kendilerine sık sık hatırlatmaları ve olumlu tutumda olmaları. Girişimciler genelde yaptıkları işte kuvvetli bir anlam buldukları için o işe girerler. Ama bir vakitten sonra tedarikdeki, üretimdeki ya da satıştaki zorluklar girişimcileri yıldıracak noktaya gelebilir. İşte burada onları ayağa kaldıracak en önemli kaldıraçlardan biri Rezilyans’ın temel öğelerinden olan “anlam bulma”, bir diğeri ise “olumlu ve gerçekçi tutum” olacaktır.

Geleceğe umutla bakmak, bir girişimciyi düştüğü anlardan ayağa kaldırmak için çok önemli bir tutumdur.

Diğer taraftan araştırmalar, yaptığı işte anlam bulamayan insanların o işi uzun süre yapmak istemediklerini ve bu işlerde zor durumlarla karşılaştıklarında bunlarla başa çıkmakta çok zorlandıklarını, oysa ki yaptığı işte anlam bulanların her tür zorlukla çok iyi baş ettiklerini gösteriyor.

Son olarak da “Gelişim Zihniyeti” ni benimsemelerini öneriyorum. Çünkü girişimciler için önden her ne kadar planlama yaparlarsa yapsınlar, işin nasıl gideceği ancak yolda öğreniliyor. O yüzden hata yapmak, hatadan öğrenmek ve yola bu öğrenimle devam etmek girişimcinin ayakta kalmasının en büyük yardımcılarından biridir. Hata yapmaktan korkan bir girişimci ya yeni bir adım atamaz ya yenilik yapamaz.

O yüzden küçük küçük hatalar yapmaktan çekinmeyen, hata yapınca karalar bağlamayan, “Ben nerede hata yaptım?, Şimdi olsa neyi farklı yaparım?, Gelecek sefere neyi mutlaka yaparım, neyi asla yapmam?” sorularını kendine sorup, hızlıca ayağa kalkıp, yoluna azimle, yılmadan devam eden girişimciler başarılı olabiliyorlar.

  1. Halihazırda yıllardır iş dünyasında olan firmaların, liderlerin de ayrı zorlukları var. Bir lider nasıl rezilyant olur?

Rezilyant olabilmek için tavsiye ve önerileriniz nelerdir? Ve bunun bir egzersizi var mı?

Eğitim verdiğim, koçluk ve danışmanlık yaptığım uzun geçmişi olan kurumsal firmalardaki liderlerin de benzer zorluklar yaşadığını şahsen gözlemliyorum.

Bununla birlikte geçen Eylül ayında Peryön, “Türk İş Dünyasında Psikolojik Sermaye Araştırması*” yaptı. C seviye ve direktörler dediğimiz üst kademe liderlerle yapılan bu araştırmanın sonucu psikolojik sermayenin bileşenlerinden Rezilyans en düşük seviyede çıkan bileşen oldu.

Yani Türk liderler zorluklardan hızlıca ayağa kalkma konusunda maalesef iyi durumda değiller.

Üstte de bahsettiğim gibi artık iş hayatında değişimler çok hızlı. Devamlı olarak V.U.C.A dünyasında yaşıyoruz. Yani değişken, belirsiz, karmaşık ve muğlak bir dünyada. Bu durumda belirsizlikle baş edecek liderlerin “Rahatsızlıkla, rahat eder” hale gelmeleri lazım.

Bunun için ilk aşamada önemli olan iki Rezilyans ögesi var. Biri “Olumlu ve gerçekçi tutum” ikincisi esneklik.

Geleceğe umutla bakmayan, zor durumların da geçeceğine inanmayan bir lider, ekibine ışık tutamaz. Burada özellikle bahsettiğimiz tabii ki sadece iyimser tavır değil, gerçekçi ve olumlu olan liderler, zor zamanların geçici olduğunu, bu dönemde hala olumlu olan taraflar, değişim fırsatları olduğunu bilirler.

Ve tabii ki değişimlere yaklaşımı esnek olan liderlerin, ekipleri ve şirketleri ayakta kalabiliyor, yüksek performans gösteriyor ve büyük başarılara ulaşıyor. Yani değişime direnen değil, ayak uyduran hatta değişime öncü olan liderler baskı altında kırılmıyor. Ama bu her zaman söylenildiği kadar kolay olmuyor elbette.

Liderlerin Rezilyant olmalarının en önemli ayaklarından biri de, ekiplerinin de Rezilyant olması. Bir çok liderin düştüğü en büyük hata hem kendilerine hem de ekiplerine hata yapma izni vermemeleri. Zira 21. yy’da güce çok fazla anlam yüklendi. Hata yapmak başarısızlıkla ve güçsüzlükle eş değer hale geldi.

Oysa ki Siyah Kuğu’nun yazarı Nassim Nicholas Taleb’in “… küçük hatalardan kaçınmak, büyük hataları daha ciddi hale getirir.” sözü çok doğrudur.

Yani liderler hem kendilerine hem de ekiplerine hatalardan öğrenme izni vermeliler. Bunun için de “Gelişim Zihniyeti” nde olmaları gerekir. Günlük deneyimlerden kazınılan “kurumsallaşmış” öğrenimden güç alan sağlam bir ekip oluşturmaları çok önemli.

Rezilyant liderler, ekiplerinin ortak bir amaca ulaşırken açık, şeffaf, ancak özeleştirel olmayı teşvik edici bir kültürde olmasını sağlamalılar. Oysa ki ülkemizde hem liderler hem de ekipler hala geri bildirim almak ve vermek konularında sıkıntı çekiyorlar.

Liderlerin ekiplerine, ekiplerin liderlerine güven duyması zor zamanlarda ayağa kalkmak için çok önemli kaldıraçlardan biridir. Bu durumda ekip üyelerinin motivasyonunu tahmin etmek için zaman harcanmaz.

Bunlar ilk aşamada liderlere Rezilyant olabilimeleri için önerilerim.

Egzersize gelince, 12 haftalık Rezilyans programımız ya da eğitimlerimiz kapsamında çok fazla uygulama yapıyoruz. Zaten Rezilyans’ın bir yaşam zihniyeti haline gelmesinin başka yolu yok.

Bu uygulamaları yapmadan önce liderlere ve takımlara Rezilyans ölçeği uygulayıp, Rezilyans seviyeleri hali hazırda nerede ve Rezilyans’ın alt bileşenlerinden özellikle hangisinde gelişim alanı var, odaklanması gerekiyor önce bunları ölçümlüyoruz.

Sonrasında belirlenen alanlarda her hafta düzenli yapılan uygulamalar verip, üzerine takım koçluğu çalışmaları yapıyoruz. 12 haftanın sonunda tekrar Rezilyans ölçeği uygulayıp, Rezilyans seviyelerinin geldiği yere ve dönüşümlerine bakıyoruz.

Bu çalışma ve uygulamalar sayesinde hem liderlerde hem de ekiplerde inanılmaz dönüşümler yaratıyoruz.

  1. Son olarak katılımcılarımızın Rezilyans hakkında daha fazla bilgi edinebilecekleri ve sizi takip edebilecekleri hangi mecralar bulunuyor?

Rezilyans hakkında daha çok bilgi edinmek ya da hizmetlerimizi incelemek isteyenler bu konudaki tek Türkçe içerikli web sitesi olan sitemiz www.Rezilyans.com.tr’yi  inceleyebilirler.

Alttaki sosyal medya hesaplarımızdan yazılarımızı ve videolarımızı takip edebilirler.

Youtube Rezilyans Türkiye

Instagram Rezilyans.Türkiye

LinkedIn Rezilyans Türkiye

Rezilyans ile ilgili soruları olanlar, eğitim, koçluk ve danışmanlık çalışmalarımızla ilgilenenler bize [email protected] veya [email protected] mail adresinden ulaşabilirler.

Tüm girişimcilere, liderlere ve çalışanlara bu zor günlerde sağlıklı ve Rezilyant kalmalarını diliyorum.

* https://www.Rezilyans.com.tr/kurumsal-Rezilyans_

Merhaba, bize Ebru Demirhan’ı tanıma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederiz.

  1. Bize eğitim ve kariyer yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

Dokuz Eylül Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Dokuz Eylül Üniversitesi İlkokul Öğretmenliği, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji, İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji Yüksek Lisansı tamamladım. İstanbul Üniversitesi Çocuk Gelişimi okumaya devam etmekteyim. Kuantum Düşünce Tekniği, Şifa Teknikleri alanlarında farklı eğitimler aldım.

Özel bir bankada 9 yıl farklı görevlerde çalıştım. Ardından kuantum alanda çalışmaya başlayıp Yaşam Tasarım Merkezi’ni kurdum. Hala kendi merkezimde çalışmaktayım.

  1. Hayatın anlamı nedir sizce?

Yaşam kendimizi gerçekleştirmek üzerine bir oyun alanıdır. İnsan olmaya keyifle, neşeyle, kolaylıkla ilerlemek yakışır. Zorluklar karşımıza çıksa da “Bu da geçer” diyebilmek ve çözüm tarafında olmak yaşam yolculuğumuzun kalitesini arttıracaktır. Hayatın güzel bir hediye olduğuna inanıyorum.

  1. Bizler doğmadan önce seçim hakkımız var mıydı?

Evrensel oluş Özgür İrade Yasası’na göre kurulmuştur. Ne zaman, hangi toprakta, nasıl ve hangi aileye doğacağımızı seçeriz ve içinde yaşamaya geldiğimiz her şeyi yaşarız. Yaşarken öğrenir ve öğretiriz.

  1. Ruh var nedir sizce?

Ruh candır. Bedene canlılığını veren önemli bir parçadır. Her zaman vardır ve var olmaya devam edecektir. Tüm yaradılışla olan bağımız, yüksek benliğimiz, öz benliğimizdir.

  1. Yaşamın gizli sözleşmesi neyi ifade ediyor?

Yaşamın Gizli Sözleşmesi ruhsal alanda yaşayacaklarımıza, yaşamayacaklarımıza, yaşayamayacaklarımıza dair yaptığımız kontratlardır. Aile, eş, çocuklar, yaşayacağımız topraklar, hayatımıza anlık, geçici ve kalıcı olarak gelecek herkesle yaptığımız sözleşmelerdir. Yaşam çizgimizi belirler, esnektir, öğrenmeye ve farkındalığa bağlı olarak değişir, pozitif olarak yenilenir.

  1. Yaşamın bildiklerimizden daha fazlasını barındırdığını ne zaman fark ettiniz?

Gören bir göz, hisseden bir kalp, farkında bir beyin noktasına geçtiğimiz her an bunun farkında olabiliriz. Bir arkadaşını düşünürsün ve seni arar, fark edersin ki bağlar zaman ve mekandan bağımsızdır. Bir hayal kurarsın ve gerçekleşir, anlarsın ki düşünce ve duygu gerçekliktir.

  1. Gelecek projeleriniz nelerdir?

Bol bol eğitim vermek, yeni kitaplar yazmak, seanslarla daha derinlere inmeye devam etmek… Hayattan hikayeler içeren bir kitaba başlamayı düşünüyorum. Sanal ortam eğitimleri ve seanslarına tamamen geçersem dünyanın farklı bir yerinde yaşamayı da düşünebilirim. Bir İstanbul aşığı olarak burayı bırakmak değişik bir fikir.

 

  1. İnsanlar ‘’Hayatı Yeniden Başlat’’ kitabını sizce neden mutlaka okumalı?

İhtiyacı olan her hayatın yeniden başlatılmaya ve yenilenmeye açılmalıdır. Hepimizin anne rahmi süreci ve doğumu var. Her doğum bir bitiş olduğu kadar bir başlangıç. Hayata gelişi temsil eden anne rahmi süreci ve doğum tüm yaşamın kodlarını barındırabiliyor.

Bilincin devrede olmadığı, bilinçaltının en aktif olduğu bu dönemimizi kodlardan, negatif duygu ve düşüncelerden arındırmak yaşamı rahatlatacaktır. Kitabımızda oldukça fazla konuya değindim. Her konu için çalışma önerileri paylaştım. Kendi doğumlarımız ve anne rahmi süreçlerimizi onarmak kadar çocuklarımızın da dünyaya geliş süreçlerine dokunmak ve yaşamlarını kolaylaştırmak için kitabımızı okuyabilirsiniz.

9. Sizin Ok&Ra isimli bir projeniz daha var. Ok&Ra nedir, neden kullanılır?

OK&RA soru, sorun ya da ihtiyaç duyulan bilgi için ahşap pullar üzerine çizilmiş semboller aracılığıyla bilinçaltı okuması yapmamıza yardımcı olan bir araçtır. Her sembolün karşılığında bilinçaltı bir çalışma yer almaktadır. Güne başlarken, bir soru ya da sorunun cevabını bilinçaltı alanda yorumlayabilmek adına kullanılabilir.Kehanetten uzak bir yaklaşımla, olayların, konuların, ilişkilerin bilinçaltı sürecini geçmiş, gelecek ve anda görmenize yardımcı olur.

9.Sizce hayatı yeniden başlatmak nasıl mümkün olabilir?

Hayatı yeniden başlatmak için yürüdüğümüz yolda, bakış açımızda, duygusal ve düşünsel alanlarımızda farklılıklar yaratmamız anlamlı olacaktır. Daha önce söylendiği gibi “Hep aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekleyemeyiz.” Hayatı yeniden başlatmak için sorunların ne olduğunu tespit etmek ve insanı insan yapan dinamiklerle çalışarak kendimizi yenilemek önemli. Ruh-duygu-düşünce-bilinçaltı-beden bütünlüğü içinde ve farkındalıkla hareket etmek verimli olacaktır.

Yaşamın her anında “Hayatı Yeniden Başlat” diyebilmek mümkün

10.İnsan kendi gücüne güvenmeli midir?

Elbette, insan ruhsal özgür irade ile yaşamda olmayı ve yaşanılacakları ana hattıyla seçerken farkında olmak, bilmek, hatırlamak ve hepsini revize etmek ister. Mutlak olasılıktan parasızlığı seçen birisi para kavramı dünyada olduğu sürece para kazanmayı da seçebilir. Düşünce, duygu, bilinçaltı kodlar yaşanmaya niyet edildiği forma ulaşınca güç kendini gerçekleştirme alanı bulmuş olur. İnsan her haliyle güçlü bir varlıktır.

Sorularımıza içtenlikle yanıt verdiğiniz için teşekkür ederiz.

 

Teknolojinin hızla geliştiği günümüzde geleceğin meslekleri oldukça tartışılan bir konu olarak gündemin üst sıralarında yer alıyor. Özellikle aileler ve gençler branş seçimlerinde kaygılılar. Geleceğin meslekleri bizlerin yaşlarının (hani yaşımızda çıkacak ortaya 🙂 klasik mesleklerinin çok dışında kalıyor. Bildiğimiz klasik mühendislik dahi robotik başlığıyla farklılaşıyor. Özellikle yavaş yavaş önemini yitiren mesleklerin çoğalması ve işsizliğin artması teknolojinin ne kadar hızlı geliştiğini gözler önüne seriyor. Bunun sonucunda da insanlar yazılıma ve İnternete daha fazla yönelir hale geliyor. Son aylarda yaşadığımız salgın süreci de gösterdi ki, dijitale hazır olanlar ya da çabuk adapte olabilen kişi ve kurumlar öne çıkacak.

Maalesef ki günümüzde var olan öğretmenlik, doktorluk ve avukatlık gibi birçok meslek gelecekte yavaş yavaş yerlerini insanlardan robotlara devredecekler. Son duyduğum gelişmelerden biri; binlerce hatta milyonlarca dava dosyasını bir program yardımıyla yapay zeka destekli bir programa çevirdiler. Bir hukuk firmasının avukatları ön görüleri, kanunlar aracılığıyla her dava için farklı bakış açılarıyla oluşturdular ve tüm bu veriler programın zekasına yani yapay zekaya yüklendi. Artık avukatların işi daha kolay bu program sayesinde saatlerce bir dava için çalışmak yerine, benzer dava ve sonuç ön görülerine bakarak savunmalarını hazırlayabilecekler. Belki de gelişmiş versiyonunda hepimiz kendi avukatımız olacağız. Olmaz mı dersiniz?

Geleceğin meslekleri daha çok dijitalleşerek ya da robotik formlara girerek sıradanlaşır hale gelecek. Ancak bu dijital dönüşüm ve meslek evrimleşmesi dünya çapında büyük işsizlik krizlerine yol açmaya da aday. Çeşitli uzmanlar da gelecekte insanların işsiz kalmaması için teknolojiyi ve yazılımı şiddetle tavsiye ediyorlar. Artık neredeyse tüm alışverişin bile İnternetten yapılabildiği göz önüne alındığında yatırımların da bu yöne doğru yapılması öneriliyor.

Yapay Zekâ Hayatımızı Nasıl Değiştirecek?

Özellikle 2020 yılında sıklıkla gündeme gelen yapay zekâ konusu geleceğin bir nevi fragmanı şeklinde günümüzde bile birçok alanda kullanılır hale geldi. Sadece dijital ortamda kalmayarak günlük hayatta insanların yapabileceği birçok işi yapay zekâ yazılımları kullanılarak işçi maliyetleri düşürülüyor. Bu yüzden günümüzün garsonluk ve buna benzer çeşitli hizmet işleri yavaş yavaş yok olmaya başlıyor. Bunun sonucunda da insanların mecburen geleceğin meslekleri denilecek alanlara yönelmeye başlıyor.

Yapay zekânın son derece geliştiğinin kanıtı olan robot Sophia aslında bizlere gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizi net bir şekilde gösteriyor. Tıpkı insan gibi düşünebilen ve sorulan sorulara mantıklı cevaplar veren bu robot yapay zekâsı birçok haber bültenine konu olmuştu. Dijital dönüşüm olarak ufak ufak kendini belli eden yapay zekâ tahminen 20 yıl içerisinde hayatımızda oldukça büyük bir yer kaplayacak. Günümüzde tamamen insanların çalıştığı kargoculuk, postacılık, garsonluk, şoförlük ve daha birçok hizmet ve işçilik alanı robotlara bırakılabilecektir. Çeşitli şehir otomasyonları, drone cihazları ve güvenlik sistemleri son teknoloji yapay zeka yazılımlarının elinde olacak. Belki de bu kadar yapay zekâyla donatılmış sistem içerisinde tıpkı Matrix filminde de işlendiği gibi insan ve yapay zekâ savaşına bile tanık olmak söz konusu olabilecektir.

Matrix Teorisi Gerçek mi Oluyor?

Matrix teorisi aslında uzun süredir konuşulan bir konuydu. Yaşadığımız evrenin tamamen bir simülasyon olduğu ve 2 boyutlu alanda kodlanmış bir hayatı yaşadığımız teorileri oldukça fazlaydı. Yakın gelecekte ise bu konu ile ilgili çok daha net kanıtlar elde edileceği de bilim insanları tarafından tartışılıyordu. Hatta bazı üniversitelerdeki profesörler bu teorileri çok daha çeşitlendirerek tartışmaları gündeme getirmeye devam ediyordu.

Ortaya atılan simülasyon teorisi dışında ise oldukça konuşulan bir diğer teori ise Matrix filmindeki Neo’nun bir yazılım ile istediği dili konuşabilmesi ve dövüş sanatını öğrenebilmesiydi. Filmdeki bu sahne bilim insanlarının çok fazla dikkatini çekmiş olacak ki birçok şirket yapay zeka ve yazılıma olan eğilimini artırır hale geldi. Matrix teorisi olarak dillendirilen bu teori içerisinde ise insanlara nasıl daha hızlı bir şeyler öğretiriz konusu tartışılıyordu. Günümüzde yapılan bazı yapay zeka testleri de bu teoriyi mümkün kılıyor gibi gözüküyordu. Yapay zekanın hızlıca satranç gibi düşünme ve strateji gerektiren oyunlarda başarılı olması insanlara pek çok şeyi fark ettirir oldu. Şöyle ki gelecekte belki de üst düzey öğrenme yeteneklerine sahip yapay zekalı robotlar tıpkı insan gibi düşünme, karar verme ve sorgulama gibi özelliklere sahip olabilecekler. Şu an için bu konu ile ilgili net olarak kanıtlara sahip olunmasa da Matrix teorisi her geçen gün kendisini daha çok düşündürür hale geliyor.

Geleceğin Mesleklerine bazı örnekler de vermek isterim. Ben insana dokunan, duygularımıza hitap eden hiçbir mesleğin kaybolmayacağına inanıyorum.

Bakalım geleceğin en enteresan meslekleri nelermiş?

Nano-Medikalci

Siber Polis

Siber Terör Uzmanı

Dikey Çiftçi (Günümüzde pek çok gökdelen de uygulanmaya başlandı)

Dijital Çöpçü, Dijital Çöp Değerlendirme ve Geri Dönüşüm Uzmanı, Veri temizleyiciliği

Kişisel Marka Tasarımcısı ve Danışmanı, Yaşam Koçları – Gurular

Robot tamircileri, Robot İşçi Ajansı, Biyoloji ve Gen Uzmanları

Simülasyon, oyun uzmanları

Holografikerler, Yapay Zeka Pazarlamacılığı, robot tasarımcısı

Gen Terapistliği,

Alternatif Besin Mühendisliği.

Elbette daha pek çok meslekten bahsediliyor. Artık uzay seyahatlerini konuştuğumuza göre en trend mesleklerden biri de Uzay Turizmi olacaktır.

Günü yaşamaktan, geleceğe adım atmaktan geri kalmayın.

Duyguların en güzelidir belki de şefkat… Çocuklarımıza, eşimize, arkadaşlarımıza ve hayvanlara tüm dünyaya şefkatle yaklaşırız çoğu zaman. Ya kendimize? En çok şefkatine ihtiyaç duyduğumuz kendimize neden acımasız davranırız ki? 

Kendi kendimizle yaşadığımız ilişki en güçlü ve belirleyici ilişkidir hayatta. Kendimize verdiğimiz değer hem psikolojik ve fiziksel sağlığımızı hem de diğer insanlarla ilişkimize yön verir. Peki, hayatımızı değiştirmek için kendimize tutumumuzu değiştirsek nasıl olurdu hiç düşündünüz mü? Tüm dünyaya sunduğumuz şefkat ve sevgi duygumuzu kendimizle paylaşsak, hayatımıza neleri katardık? 

Bizi kendimize karşı bu kadar hırçın ve acımasız yapan neydi? Biz ne zaman öğrendik en çok kendimizi suçlamayı ve en çok kendimizi küçümsemeyi? Ne zamandır acıtıyoruz bu denli canımızı ve dövüyoruz kendimizi. Evet, ben dövmek diyorum bunun adına. Bazen kendimi öyle acımasız eleştirirken buluyorum ki kendimi. Dayak yemiş gibi hissediyorum sonunda. Başıma gelmedi demeyin hayatlarımızın bir yerinde mutlaka yapıyoruz bunu kendimize.

Kimimiz az kimimiz çok. Bazen en ihtiyaç duyduğumuz anda bazen ise her gün. Bazılarımız iş yaşamında çok küçük bir hata yapmış olsa bile kendisine söylemediğini bırakmaz, kızar ve suçlar. Hatta dünya yıkılmış, işten çıkartılacak ya da işimi kaybedeceğim senaryolarına kadar vardırırız durumu. Anlayış, nezaket ve hoşgörüden yoksun bırakırız kendimizi. Oysa aynı şey iş arkadaşımızın başına gelse, ona şefkatle, duyarlı ve destekleyici şekilde yaklaşırız. 

Kendimize Neden Şefkat Duymayız? 

Şefkat kavramı pek çok felsefede yüzyıllardır yer alsa da, psikoloji alanındaki yeri oldukça yenidir.  Bize küçük yaşlardan itibaren merhamet, anlayış, şefkat gibi duyguların ve davranışların başkalarına gösterilmesi gerektiği öğretilmiştir. Doğaya, hayvanlara, komşulara, ailemize, çevremize ama kendimize değil. Uzak doğu felsefesi hayatlarımıza kitaplar ve eğitmenler sayesinde daha çok girdi. Uzak doğu felsefesine göre şefkat ve duyarlılık kendimizi içermiyorsa eksik kalmaktadır.

Nedir kendine karşı anlayışlı, duyarlı, merhametli olmak? Genel olarak kişinin zor zamanlarda, hata yaptığı durumlarda, sıkıntı yaşadığında ya da zayıf anlarında kendisine karşı duygusal anlamda destekleyici ve anlayışlı olmasını içerir.  Kendimize karşı duyarlı olmak, sevdiklerimiz zor zamanlardan geçerken onlara gösterdiğimiz ilgi, destek ve nezaketin benzerini ihtiyacımız olduğunda kendimize de göstermektir. 

Kendine şefkat içinde üç öğe barındırır.

* Kendine şefkatli davranmak: Her halde ve durumda kendine karşı yargılayıcı ve sert olmaktansa anlayışlı ve sevecen olma duyarlılığıdır.

* Sadece sen değil herkes hata yapar: Diğer bir deyişle hatasız kul olmaz. Kişinin, yaşadığı sorunları ve deneyimleri sadece kendi başına gelmiş ve dünyanın en şansız kişisiymiş gibi görmemesi tüm insanların başına benzer durumların gelebileceği ve benzer hataları yapabileceğini bilme halidir.

* Bilinçlilik: Aslında son zamanda bilinçli farkındalık (mindfulness) olarak da tanımladığımız kişinin şimdiki zamanın farkında olması, yaşadığını fark etmesi halidir. Çoğu zaman ne yaşadığımızı fark etmeyiz. Anlık tepkilerle yaşarız. Oysa ne yaşadığımızı yaşadığımız anda fark edip evet şimdi öfkelendim, şaşırdım, hata yaptım diyerek tepki vermeden bir adım geriye çekilerek olana objektif bakabilme halidir.  

Kendine karşı şefkatli olan kişiler hayal kırıklığına uğradıkları veya başarısızlık yaşadıkları durumlarda pes etmeden, daha güçlü şekilde ayağa kalkabilirler. Üzgün veya öfkeli olduklarında kendilerine anlayışlı davranırlar.  

Bu kendini kayırma, şımartma ya da yersiz yere bahaneler üretme hali değildir. Kendini olabilecek en kötü senaryoya çekmeden, ne olduğunu fark etme ve harekete geçerek durumu iyileştirme halidir. Bu anlayış bizi olumsuz durumlarda çeşitli duygusal risklerden koruma gücüne sahiptir. Bu hal tam bir sorumluluk alma halidir. Kendi davranışlarımızın sorumluluğunu aldığımızda; kendimize hayatımızı, davranışlarımızı ve duygularımızı yönetebilme şansı da vermiş oluruz. 

Kendine şefkat duygusunu bir rastlantıdan davranışa, bir alışkanlığa çevirebilenlerin depresyona girme risklerinin neredeyse sıfırlandığı gözlemlenmiştir. Pek çok araştırma kendine şefkat ve duyarlılık gösteren kişilerin iş ve özel yaşamlarında daha mutlu, başarılı ve sağlıklı yaşadıklarını göstermektedir. 

Dr. Kristin Neff kendine karşı yargılayıcı olanların stres oranının çok yüksek olduğunu ve bunun da bedende tahribatlara yol açtığını belirtmiştir. Aslında beden bir düşmanla karşılaşmış gibi tepki verir. Kendimizi acımasızca yargıladığımızda saldırıya uğrayan da saldırgan da bizizdir ve stres seviyesi ikiye katlanır.

Mindfulness egzersizleri ve teoremi davranışlarımızın ve tepkilerimizin farkına varmak için çok doğru yöntemlerden biridir. Pek çok uzman meditasyonun da geliştirici etkisi olduğunu belirtmektedir. 

Kendimize şefkat duyduğumuz, en çok sevgiyi ve duyarlılığı hak edenin kendimiz olduğu fark ettiğimiz günler dilerim.

1) Bize eğitim ve kariyer yolculuğunuzdan bahseder misiniz? Işık Şerifsoy kimdir?

Kadıköy Anadolu Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. Üniversite yıllarında yarı zamanlı çalışarak başladığım iş hayatım Alarko, Komili, Betasan gibi lider firmalarda yöneticilik yaparak devam etti. Bir dönem bir IT firmasının ortaklarından biri olarak masanın farklı bir tarafını da deneyimleme şansım oldu.

Son 10 yıldır iş sahiplerine işlerini geliştirme amacıyla işletme koçluğu yapıyorum. Bunun yanı sıra KOBİ ve büyük şirketlerde çalışma bağlılığı konusunda programlar yönetiyorum. Şu an Avustralya kökenli Engage and Grow firmasının global CEO’su olarak görev yapıyorum. İş hayatı boyunca değişik sosyal sorumluluk projelerinde görev aldım. Halen “kurumlarda çeşitlilik” üzerine çalışan PWN (Professional Women’s Network) de görev yapıyorum.

2) Yani kariyer yolculuğunuzu kurumsaldan girişimciliğe yönlendirdiniz. Peki, bu kararı nasıl aldınız?

IT firmasının ortaklığı ile başladım girişimcilik hayatıma. Çok kolay bir süreç değildi benim için. Sonra yeniden kurumsala dönüp girişimcilikte edindiğim tecrübeleri kurumsalda kullanmak da çok özel yeni alanlar açtı bana. Uzun zaman çalıştığınızda bir gün geliyor artık sadece kendi istediğiniz alanlara odaklanmak, istediğiniz kadar çalışmak istiyorsunuz. Ben de tekrar girişimciliğe dönmeye karar verdiğimde yaklaşık 27 senedir çalışıyordum. Sanırım biraz özgürlüğü hak ettiğimi düşündüm.

3) Neden Engage & Grow? Bu eğitimi almaya nasıl karar verdiniz?

Koçluk yapmaya karar verdiğimde yıllarca biriktirdiğim tecrübelerin işe yaraması için “işletme koçluğu” alanını seçtim. Böylece KOBİ patronları ve yöneticilere işlerini geliştirmeleri için koçluk yapmaya başladım. Bu girişimci ruhlu insanlar ile çalışmak hem kolay hem zor. Değişime en çok direnç gösterenler gruplardan biri ancak yine de çok zevkli.

Bu çalışmaları yaparken en çok zorlandığım alanlardan biri patronun, iş sahibinin enerjisini, motivasyonunu çalışanlara geçirmek konusuydu. Bunu başarmak için ne yapmalıyım arayışları içindeyken karşıma Engage & Grow çıktı. Engage & Grow çalışan bağlılığı ve şirket kültürü üzerine programlar tasarlayan bir firma. Tam da benim ihtiyacım olan alanı tamamladıklarını fark ettiğimde tereddütsüz işbirliği yapmaya karar verdim.

Engage & Grow her firmanın ihtiyacına göre özel hazırlanan farklı programlara çalışanların potansiyellerini harekete geçirerek grup aktivasyonu sağlıyor. Doğru iletişim kurmayı başaran ekipler daha mutlu, daha verimli ve daha bağlı çalışanlar oluyorlar. Burada en önemlisi kalıcı ve sürdürülebilir değişimler yaratıyor olmamız.

4) Firmalarda çalışan bağlılığıyla ilgili açığı fark etmeniz nasıl oldu?

Çoğu firma çalışan sirkülasyonundan ve verimsiz çalışanlardan şikâyet eder. Hep çalışan suçludur, hep yeni nesiller farklıdır, hep onlar işi kaytarır… Patronları dinlediğinizde durum çoğu yerde aynıdır. Ancak bunun bir çözümü olmalıydı. Engage & Grow ile tanışınca aklımdaki soruların cevapları çok hızlı verildi.

Aslında doğru ortamı ya da motivasyonu bulamayan çalışan mutsuz oluyor ve bu mutsuzluk ya verimsizlik ya da iş değiştirme ile sonuçlanıyor. Sorunu doğru tespit ettiğinizde çözüm her zaman var. Zaten kitabım da böyle ortaya çıktı. Yıllardır kendi yaşadıklarımda da koçluk yaptığım şirketlerde de benzer tecrübeleri başka bir gözlükle tekrar elden geçirince çalışan bağlılığı nedir, nasıl sağlanır aklımda çok netleşti.

5) Şimdi eğitim aldığınız ve Türkiye’deki danışmanlarından biri olduğunuz E&G’un global Ceo ‘su oldunuz? Bu nasıl gerçekleşti?

Açıkçası benim için de sürpriz bir gelişmeydi bu. Her zaman yaptığım işi elimden gelenin en iyisi ile yapmaya çalışırım. Engage & Grow ile çalışırken de yaptığım farklı değildi aslında. Ancak itiraf etmeliyim, çok kısa sürelerde inanılmaz değişimlere tanık olmak benim için de büyüleyici idi.

Ürün her ne kadar şirketlerin sonuçlarını iyileştirmek için çalışıyor gibi gözükse de, aslında önce bireyin hayatını dolayısı ile de ona bağlı her şeyi, aile, arkadaş ve tabi iş çevresini iyileştiriyor. Bu beni ürüne, markaya gönülden bağladı. Gerek haftada 2 gece sabaha karşı kalkıp Avusturalya’da ki canlı webinarlara katılmam, öğrenmek için durmaksızın soru sormam, o arada konuyu destekleyen bir kitap yazmam epeyce ilgi çekti. Bir şeyi gerçekten severek yaptığınızda bunu herkes görüyor. Sanırım burada gerçekleşen de bu oldu.

6) Global CEO’luk sizin hayatınıza neler kattı?

Benim için çok onur verici bir görev. Ancak bir o kadar da sorumluluk yükledi. 50’ye yakın ülkede 300+ koçumuz ile hizmet veriyoruz. Merkez ofisimiz Melborne ve İstanbul’da. Ayrıca merkezde hizmet eden Hindistan ekibimiz var. Dolayısıyla çok kültürlü bir yapımız var. Ve anlaşılacağı üzere 24 saat hizmet istiyor işimiz.

Hem uzaktan hem de farklı kültürlerle çalışmak doğal olarak beni yeni şeyler öğrenmeye ve daha iyi planlama yapmaya yönlendirdi. Her ülkeden yeni dostlar edinmek hayatımı çok zenginleştirdi. Bu çeşitlilik bakış açınıza, çözüm üretme yetkinliklerinize, aslında hayatın her alanına renk katıyor.

7) Tüm dünyaya dağılmış ekiplerin yönetiminde nasıl yollar izliyorsunuz, zorlukları neler?

Farklı kültürler farklı yönetim becerileri istiyor. Ancak ne mutlu bana ki zaten şirketlere ve ekiplere bunu öğreten bir programın sahibi bir firmayız. Genelde terzi kendi söküğünü dikemez derler ancak bizde bu geçerli değil. Başlar başlamaz kendime Engage & Grow prensiplerini hatırlattım ve tüm çalışanlarımız ve koçlarımız ile bağ kurmanın önemini hep masamın en önemli bölümünde tutuyorum.

Bağ kurmadan iş yaptırmak, sonuç almak çok zor. En azından sürdürülebilir değil. Düzenli internet toplantılarının yanı sıra mutlaka bireysel-kişisel dokunuşlar ile bu bağı heyecanlı tutuyoruz. Şimdi Korona günlerinde tüm dünyanın deneyimlediği uzaktan çalışma bizim için zaten olağan, günlük durum. Bu konuda “şefkatli liderlik” çok işe yarıyor. Çalışanlara istediklerini değil, ihtiyacı olanı vermek, düzenli ve sık sık takip etmek, günlük-haftalık sonuç takibi ile yardımcı olmak işin püf noktaları.

En önemli zorluğumuz farklı zaman dilimlerinde çalışıyor olmak. Bazen gece 12’de bazen sabah 6’da toplantıda olabiliyorum. O da işimin cilvesi. Ancak bir şey gerçekten severek yaptığınızda tüm bunlar zorluk değil de sadece anlatılacak anekdotlar olarak kalıyor hayatınızda.

Biz de işte firmalara tam da böyle, herkesin işini böyle severek yapabileceği ortamlar yaratmaları için destek veriyoruz.

8) Yukarda bahsettiniz bir kitabınız var. Kendi kariyer yolunuzda ‘’Kaktüsler, Dikenler ve Çiçekler’in’’ nasıl bir etkisi oldu?

Kitabın ilk etkisi benim kendimle buluşmamı sağlamaktı. 35 yıllık iş hayatıma başka bir gözle bakmak, içindeki değerleri fark etmek ve tecrübeyi başkaları ile paylaşmanın yolunu açtı. Sanırım kitabın en önemli etkilerinden biri bence o dönemde koçluğunu yaptığım Engage and Grow’un bana bakışını değiştirdi.

Dünyada sadece 10 koçlarına sundukları bir kitap koçluğu hediyesini 8 ayda gerçeğe dönüştüren tek kişi ben oldum. Zaten ürünü çok seviyor ve büyük bir adanmışlıkla çalışıyordum ancak kitap konusundaki yaklaşımım, cesaretim ve disiplinim sanırım bu yeni görevimi almamda etkili oldu.

9)Kitabınız yayınlandığı zaman ilk kim aldı veya ilk yorumunuzu kimden aldınız, hatırlıyor musunuz?

Kitabin ilk okumalarından birini eşim yaptı. O da bir iş sahibi. Mum dibine ışık vermez ya hani, sanırım benim de koç olarak ona fazla faydam olmuyordu. Ama kitabı okuyunca heyecanlandığını gördüm. İşine yaradığını, okuduklarını uyguladığını söylemesi ise benim için büyük hediyeydi.

Bir de ilk okuma olmasa da benim için çok kıymetli 2 kişi daha var. Bir koç arkadaşım aynı bir ders kitabı okur gibi okuyup bana +/- birçok geri bildirimle döndü. Hatta kitaba o kadar çok not almış ki kitabı geri verip benden yeni kitap istedi.

Bir diğeri de yine danışmanlık yapan bir arkadaşım ki sözünü hiç sakınmaz . Doğrusu onun okumasından endişe duyuyordum, hazır mıyım yorumlarına bilmiyordum. Bir sabah erkenden arayıp beni tebrik ettiğinde dünyalar benim oldu. Beğenmese hayatta paylaşmazdı düşüncelerini beni kırmasın diye.

10) Okuduğunuz ve sizi başarılı kıldığını düşündüğünüz kitaplar nelerdir?

Birkaç başucu kitabım var tabi.

Mavi Tüy – Richard Bach

4 Anlaşma – Don Miguel Ruiz

Switch – Chip & Dan Heath

Ivan Osokin’in Tuhaf Yaşamı – P.D: Ouspensky

11) Kariyerinize ve kitabınıza değindik. Peki, Işık Şerifsoy tüm bunların haricinde neler yapar?

Son aylarda fazla vakit ayıramasam da resim yapmayı çok seviyorum. Seyahat etmek de çok hoşuma gidiyor, farklı kültürler görmek, öğrenmek… Ayrıca sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyorum. PWN üyesiyim. Kadınların iş dünyasındaki yerlerini desteklemek benim için önemli konulardan biri.

12) En çok hangi yaş grubunun sizi okumasın veya takip etmesini isterdiniz?

Kitabım aslında iş sahiplerine /yöneticilere sesleniyor olsa da bence iş dünyasına yeni atılan gençlerin de faydalanacağına eminim.  Keşke gençler daha çok okusalar, sorunlar yaşanmadan proaktif çözümler için hazırlıklı olsalar…

13) Yeni veya farklı bir kitap çalışmanız var mı? Varsa bu sefer ne yazmayı düşünüyorsunuz?

Evet var. Bu kez de çalışanlara hitaben bir şeyler hazırlıyorum.

14) Bir kitap yazmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olurdu?

Sanırım her şey cesaretle başlıyor. Akademik bir çalışma değilse, yazdıklarının kendi tecrübelerini paylaşmak olduğunu fark etmelerini, doğru yanlış hissinden kurtulup samimiyetle yazmalarını öneriyorum. Bir de kitabın içeriği için en başta yapılacak bir modelleme hayatı çok kolaylaştırıyor.

15) Hayatta gerçekleştirmeyi istediğiniz en önemli şey nedir?

“Önemli” ilginç bir kelime. İnsan hayatında her dönem farklı şeyler önemli olabiliyor. Ben artık eski nesil sayılırım. Öyle plan programla başlamamıştım hayata şimdikiler gibi. Hayatın doğal akışında üzerime düşeni en iyi şekilde yapmaya çalıştım hep. Bu süreçte en önemli şeylerden biri de insan olarak kendimi geliştirebilmekti. Çok yol kat ettiğime inanıyorum ancak bu bitmeyen bir ödev ve hayat boyu sürecek. Buradaki gelişmelere göre de o günün “önemlisi” değişecek.

16) Son olarak siz bir soru ekleyecek olsaydınız ne eklerdiniz?

Yazmanın siz de yarattığı duydu nedir?

Cevabını soracaksınız tabi şimdi: Büyümek/çoğalmak…