Etiket

sağlıklı yaşam

Yazılar

Ülkemizde  kadınların %1’lik bir kısmı 40 yaşından önce menopoza giriyor. Erken menopoz olarak adlandırılan bu durum hakkında Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi doktorlarından  Op. Dr. Pınar Kadiroğulları, rehber niteliğinde bilgiler verdi.

Menopoz bir kadının adetten tamamen kesilmesi olarak tanımlanır. Ortalama 1 yıl adet görmeyen bir kadın menopoz döneminde olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde ortalama menopoz yaşı 48-50 olarak kabul edilir. Erken menopoz ise 40 yaşından önce adetin kesilmesi anlamına gelir. Kadınların %1’i erken menopoza girmektedir. Menopozun toplumda ayrıntılı olarak bilinmemesi bu sürecin kadınlar arasında endişe verici bir dönemin başlangıcı olarak anılmasına yol açmaktadır. Menopoz için önemli risk faktörleri bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi ailesel yani genetik faktördür. Bunun dışında doğum sayısı, zayıflık derecesi, yüksek rakımda yaşamak ve sigara kullanmak risk faktörleri arasındadır.

Menopoz döneminde yumurtalıkların salgıladığı östrojen hormonu bitmektedir. Yumurtalıklarda östrojen hormonu üretimi durduğunda ateş basması görülür, kemik erimeleri başlar, ciltte, genital bölgede ve idrar yapılan dış bölgede kuruluk yaşanır. Tüm bunlar ortalama 10-15 yıl erken yaşandığı zaman etkileri daha dramatik olmaktadır. Kişide ciddi kemik erimeleri, cilt kuruluğu, kuruluk sebebiyle ağrılı cinsel ilişki gibi şikayetler daha fazla hissedilmektedir. Bir kadına erken menopoz teşhisi konulursa 50 yaşına kadar doğal süreci taklit edecek ilaçlar verilmektedir. İlaç tedavisine başlanmadan önce mamografi çekilir, herhangi başka bir sistemik hastalığı olup olmadığı sorgulanır ve biyokimyasal testler istenir. Tüm bunlar sonucunda bir risk analizi yapılır ve hastaya ilaç tedavisine başlanır.

Toplumda menopoz ilaçlarının meme kanseri riskini artırdığına dair yanlış bir önyargı bulunmaktadır. Günümüzde kullanılan ilaçlar çok düşük dozlardadır. Geçmişte kullanılan ilaçların neredeyse 5/1 dozuna kadar inmiştir. Bu nedenle risk artışı yok denecek kadar azdır. İstatiksel olarak da çok düşük oranlardadır. Bu nedenle hastanın yaşam kalitesi için ve kemik erimesinin ilerlemesini önlemek için erken menopoz hastalarına mutlaka tedaviyi 50 yaşına kadar tamamlamaları önerilmektedir. Hatta 50 yaşını geçmiş ve ilaç tedavisine devam eden hastalar da bulunmaktadır.

Erken menopozdan risk faktörlerine dikkat ederek korunmak bir noktaya kadar etkili olsa da genel itibariyle menopoz ve menopoz yaşı çok müdahale edilebilir bir süreç değildir. Bunun en büyük sebebi menopozun birçok faktörden oluşmasıdır. Buna karşın annesi 40 yaşında menopoza giren bir kadının kendisi de mutlaka erken menopoza girecek anlamına gelmemektedir. Sadece genetik risk artışı söz konusudur.

Erken menopoz riskini düşürmek için dikkat edilebilecek faktörler şöyle sıralanmaktadır:
Doğurganlık önemli bir etkendir. Çok doğum yapmak menopoz sürecini ciddi oranda ertelemektedir.
Çok zayıf ya da çok kilolu olmak önemlidir. Çok zayıf kadınlarda daha az yağ dokusu ve östrojen bulunması erken menopoz riskini yükseltmektedir. Bunun yanında obezite de menopoz riskini yükselten önemli faktörler arasındadır.
Sigara kullanımı erken menopozda önemli bir etkendir.
Beslenme ve yaşam tarzına dikkat edilmelidir. Özellikle hareketsiz yaşam tarzı erken menopoz riskini yükseltmektedir.
Çevre kirliliği, radyasyona maruz kalmak ve yüksek rakımda yaşamak da erken menopoz risk faktörleri arasında yer almaktadır.

Tüm bunlara karşın düzenli doğum kontrol hapı kullanmanın menopoz dönemini ertelemeye yardımcı olduğu bilinmektedir.
Menopoz doğal bir süreçtir ve tedavi ortaya çıkan belirtileri önlemeye yöneliktir.
Herhangi bir ilaçla tedaviye başlanmadan önce yaşam stili ve alışkanlıkların doktorla birlikte gözden geçirilmesi gerekir.
Sigarayı bırakarak kalp damar hastalığı, kanser, inme ve bir çok hastalık riskinin büyük ölçüde azalacağı unutulmamalıdır.
Düzenli egzersiz yapmak efor kapasitesini geliştireceği gibi sıcak basmaları üzerinde de olumlu etkiye yol açacak, kemik erimesini azaltacaktır.

Yağlı ve şekerli yiyeceklerin tüketimini azaltmalı, meyve-sebze ağırlıklı dengeli bir beslenme programı uygulamalısınız.
Menopoz tedavisinin meme kanseri üzerindeki olumsuz etkileri tıp dünyasında en çok tartışılan konulardandır. Tedavi seçenekleri değerlendirilirken bireysel risk faktörleri çok dikkatli değerlendirilmeli ve ön araştırmalar tam yapılmalıdır.
Alkol kullanımı, şişmanlık ve hareketsiz yaşam kadın sağlığını daha olumsuz etkilemektedir.

Menopoz sonrasında günlük kalsiyum ihtiyacınızın arttığını göz önüne alarak diyetle eksik kalan kalsiyum ve D vitamini için doktorunuzun önerisi ile takviye almanız gerekebilir. Düzenli egzersiz ve günlük 1500–1700 mg kalsiyum alımı menopoz sonrasındaki süreçte kemik yoğunluğunu arttırmaktadır.
Sıcak basmaları, baharatlı yiyecekler, ortam sıcaklığı, sıcak içecekler ile tetiklenebilir.

Menopoz sonrası yıllık kontroller, yıllık mamografi, jinekolojik muayene ve tetkiklerinin doktora danışılarak planlanması gerekir.
Kalp hastalıkları açısından hormon tedavileri maalesef riski azaltmamaktadır.
Doğal menopozda östrojen-progesteron tedavisi ciddi ateş basması gece terlemesi şikâyeti olan kadınlarda çok etkili sonuçlar vermektedir. Cerrahi menopozdaki kadınlarda (rahimin çıkartıldığı) tek başına östrojen tedavisi yetmektedir. Tek başına östrojen tedavisinde meme kanseri riski azalmakta, kalp ve damar hastalığı riski değişmemektedir. Halen tüm menopozdaki kadınlarda ateş basması, gece terlemesi gibi yakınmaların en etkili tedavisi hormon (östrojen) tedavisidir. Tedavi doktorunuz tarafından size uygun, en düşük dozda ve kısa süreli olarak planlanmalıdır.

Her yıl rutin jinekolojik kontrolleriniz yapılmalıdır. Hormon tedavileri dışında da alternatif tedaviler vardır. Mesela antidepresanlar bu süreci atlatmakta faydalı olabilir. Vajenin menopoz öncesi mevcut elastikiyetinin korunması ve menopoz sonrası artan vajinal, üriner enfeksiyonların ve idrar kaçırma şikâyetinin engellenmesi için uygulanabilen lokal hormonlar vardır. Bunların vajinal tablet, krem ve fitil formları bulunmaktadır.

Menopoz sonrası ilk yıllarda belirgin kemik kaybı olmaktadır. Bu dönemde sigara ve alkol tüketiminin azaltılması, düzenli egzersiz, doymuş yağlardan fakir diyet ve doktorunuzun önereceği bir kalsiyum desteği ile kemik kütlenizi koruyabilirsiniz. Kemik koruyucu çok çeşitli ilaçlar osteoporozun ciddiyetine göre önerilebilir. Alternatif tedaviler içinde soya izoflavonları, black cohosh (cimifuga racemosa), ginseng, don quai, evening primrose (çuha çiçeği yağı) gibi bitkisel östrojen kaynakları ve baharatlar bulunmaktadır. Menopozal şikâyetlerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olmak için bitkisel östrojenlerin (fitoöstrojenler) diyetle ya da ilaç olarak kullanılması, hormon tedavisi almak istemeyen kadınlar için bir çözüm olarak görülse de; bu ilaçların güvenirlik, yeterli dozaj ve formülasyonu henüz netleşmemiştir. Bu ilaçların kullanılması ile ilgili kararları doktorunuza danışmadan almamanız uygun olacaktır.

Ketojenik Diyet, bilinen diğer diyet türlerine göre özellikle doktor kontrolünde uygulanması gereken bir diyet türüdür.  Çok kısıtlı (50 gr’dan az) karbonhidrat, yeterli protein ve yüksek miktarda yağ içeren bu diyette enerji kaynağı olarak yağlar kullanılır. Yağların enerji kaynağı olarak kullanılması sonucu kanda keton cisimcikleri açığa çıkar. Bu nedenle bu tarz beslenme modeli ‘‘Ketojenik Diyet’’ olarak adlandırılır.

Şimdilerde popüler zayıflama diyetlerinden biri haline gelmiştir. Ancak asıl kullanım amacı dirençli epilepsisi olan çocuklarda ilaç tedavisine yardımcı olarak kullanılıp atakları azaltmaktır. Ketojenik diyetin, yağların sınırlandırıldığı zayıflama diyetlerine göre daha hızlı kilo kaybı sağladığı tespit edilmiştir. Bu hızlı kilo kaybının sebepleri; ketozise giren vücudun yağları yakarak enerji sağlaması, diyette artan protein ve yağ tüketimine bağlı olarak tokluk süresinin uzaması ve proteinlerin sindirimi sırasında yaşanan termik etki sebebiyle harcanan enerjinin yani metabolik hızın artmasıdır.

Ketojenik diyette hızlı kilo kaybının gözlemlenmesinin diğer bir sebebi ise glikojen depolarının boşalması sonucu gerçekleşen su kaybıdır. Bu tarz diyetler kısa dönemde kilo kaybını hızlandırırken, uzun dönemde bu diyeti uygulayan kişilerle yağdan kısıtlı diyeti uygulayan kişiler karşılaştırıldığında aynı derece kilo kaybına ulaşıldığı görülmektedir. Kısacası kilo verme sürecinde yağ, protein ve karbonhidrat dağılımı önemlidir ama ideal kiloya ulaştıran en temel yol öncelikle kalori kısıtlamasıdır. En basit ifadeyle her zaman yediğimizden daha az yiyebilmeyi başarmaktır. Asıl hedef hızlı bir şekilde kilo kaybetmek değil sağlığımızdan olmadan ideal kiloya ulaşabilmektir.

Ketojenik Diyet Uygulanırken nelere Dikkat Edilmeli? 

Ketojenik diyet sisteminin kontrolsüzce ve bir uzman eşliğinde yapılmadığı takdirde olumsuz sonuçlara yol açabileceği unutulmamalıdır. Özellikle diyabet hastaları, böbrek hastaları ve büyüme gelişme çağındaki kişiler tarafından uygulanması sakıncalıdır. Bu diyet sisteminde yağ tüketimi artacağından kan yağlarının profili de bozulabilmektedir.

Ketojenik diyeti uygularken dikkat edilmesi gereken hususlardan bir diğeri de karbonhidratın kısıtlanmış olmasına bağlı olarak bu diyetlerde meyve-sebze tüketiminin çok az olması ya da hiç olmaması sebebiyle yaşanan vitamin-mineral kayıplarıdır. Ketojenik beslenmenin tipinin çok uzun süre devam ettirilmesi halinde posa tüketimi yetersiz kalır. Bu durumdan da barsak florası olumsuz etkileneceğinden özellikle kolon kanseri riskinin de artacağı da göz önünde bulundurulmalıdır.

Ketojenik diyet uygulayanların tercih edilebileceği besinler: Süt ürünleri, kırmızı et, tavuk, balık ve diğer deniz ürünleri, yumurta, avokado, hindistan cevizi, ceviz, badem, fındık, fıstık vb. yağlı tohumlar, zeytinyağı, çörekotu yağı vb. bitkisel yağlar ve kökü toprak altında olmayan karnabahar, brokoli, mantar, taze fasulye, yeşil biber, bamya vb. sebzeler ile yapraklı yeşillikler.

Kilolu ancak herhangi bir sağlık problemi olmayan yetişkin kişiler bir beslenme uzmanı kontrolünde bu diyeti belirli bir süre için uygulayabilirler. Vücudun uzun süren bir beslenme programına adaptasyonu sonucu oluşan direnç dönemlerinde bu diyete başvurulabilir ancak diyet sonlandırıldıktan sonra normal beslenme tarzına geçişin yine kontrollü şekilde bir beslenme uzmanı tarafından gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Dünyada kadınlarda görülen kanserlerin üçte birini meme kanseri oluşturuyor ve meme kanseri her sekiz kadından birini etkiliyor. “Ekim ayı Meme Kanseri Farkındalık Ayı” dolayısıyla erken tanının hayat kurtardığına dikkat çeken Anadolu Sağlık Merkezi Genel Cerrahi Uzmanı ve Meme Sağlığı Merkezi Direktörü Prof. Dr. Metin Çakmakçı, meme kanseriyle ilgili halk arasında birçok yanlış bilginin paylaşıldığına dikkat çekerek, meme kanseriyle ilgili kulaktan kulağa dolaşan şehir efsaneleri ile ilgili doğru bilgileri paylaştı. İşte bilinmesi gereken 15 gerçek:

  • Memede her ele gelen kitle kanser değildir; ancak kontrol amacıyla mutlaka doktora başvurulmalı.
  • Kanser tanısı konulan her kadın memesini kaybetmez.
  • “Ağrıyan kitle meme kanseri olmaz” algısı doğru değildir, ağrıyan kitle de meme kanseri olabilir.
  • Deodorant kullanmak meme kanserine yol açmaz.
  • Sütyen veya metal destekli (balenli) sütyen kullanmak kanser yapmaz. Bugüne kadar yapılan hiçbir çalışma vücudumuzdaki dokulara uygulanan fiziksel basının kansere neden olduğunu göstermemiştir.
  • Meme kanseri gebelerde ve emziren kadınlarda da görülebilir.
  • Alüminyum tencere meme kanseri nedeni değildir.
  • Meme kanseri riski olanlar mutlaka kanser olacak diye bir şey söz konusu değil. Tersi de doğru; ailede meme kanseri yoksa da meme kanserine yakalanılabilir.
  • Meme kanseri sadece ileri yaştaki kadınlarda görülmez. Ağırlıklı olarak menopoz sonrasında görülen meme kanseri 40 yaş altı kadınlarda da görülür.
  • Doğum kontrol hapı kullanmak meme kanserini tetiklemez.
  • Memesinden cerrahi olarak kitle çıkarılan kadın anne olduğunda bebeğini emzirebilir.
  • Meme kanserine cerrahi müdahale (bıçak değmesi) kanserin yayılmasına neden olmaz.
  • Mamografi kanseri yaymaz veya radyasyon ileterek kansere yol açmaz. Mamografideki radyasyon miktarı çok yüksek değildir, bir uçak yolculuğuyla eşdeğerdir. Hem tarama hem de tanı amacıyla kullanılan mamografinin çok sayıda kadının yaşamını kurtardığı bilimsel bir gerçektir.
  • Tüp bebek tedavileri meme kanserine neden olmaz.
  • Meme kanseri sadece kadınlarda görülmez, nadir de olsa erkeklerde de görülebilir.

 

Sirkadiyen Ritim Nedir?

Sirkadiyen ritim, 24 saatlik bir döngü içerisinde vücudun düzenini koruyan bir nevi vücut saatidir. Vücudun düzenli işlemesinden sorumlu olan sirkadiyen ritim, hormonların, metabolizmanın ve organların düzenli çalışmasını direkt olarak etkilemer ve vücudu bir takım önemli rahatsızlıklardan uzak tutar.

Sirkadiyen ritimler her insanın vücudu tarafından özel olarak üretilir. Kimilerinin sabah insanı veya akşam insanı olarak bilinmesi de sirkadiyen ritimle ilgilidir. Ritmi kısa olanlar gün ışığıyla beraber güne başlar, uzun ritimli olan kişiler ise daha geç uyanmaya ve akşamları daha aktif olmaya meyillidir. Güneş ışığı, sıcaklık, beslenme, yaş gibi faktörlerin ritmi etkilediği araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Yaş ilerledikçe kilo alımında artış, düzensiz ve az uyku, bağışıklık sisteminin bozulması ve daha pek çok sonuç, sirkadiyen ritmin eskisi gibi çalışmadığını ispatlamaktadır.

Biyolojik Saatimiz/ Kaynak: Vikipedi

Sirkadiyen Ritim Nasıl Bozulur?

  • Saat farkı olan yolculuklar,
  • Vardiyalı çalışmalar,
  • Uyku düzeninde aksaklıklar,
  • Gebelik,
  • Menopoz,
  • Alışılandan daha geç uyumak veya uyanmak,
  • Alzheimer

Vücudun bu düzenini korumak oldukça önemlidir. kısa süreli bozulan vücut ritimlerinde uykusuzluk, yorgunluk,  konsantrasyon eksikliği görülürken, uzun süreli bozulmalarda ise obezite, kanser, bipolar bozukluklar, kalp-damar hastalıkları, nörolojik rahatsızlıklar gibi pek çok hastalıkların yaşandığı bilinmektedir.

Uzun ömrün anahtarı olarak tanımlanan sirkadiyen ritmi korumanın en önemli adımları düzenli yaşam, kaliteli uyku ve sağlıklı beslenme olarak biliniyor. Kaliteli bir uyku için yapılması gerekenleri öğrenmek için ilgili yazımızı okuyabilirsiniz.

 

 

Son dönemde herkes bağışıklık sistemini güçlendirecek yollar arıyor. Limon, portakal, bergamot gibi bitki kabuklarını kaynatıp tüketmenin yararlı olabileceğini söyleyen İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Gülçin Kantarcı, özellikle kronik hastalığı olanlar ve gebeler gibi özellikli gruplarda yer alan kişilerin bu ürünleri tüketmeden mutlaka hekimlerine danışmaları gerektiğinin altını çizdi.

Yeditepe Üniversitesi Hastaneleri İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Gülçin Kantarcı, hastalıklardan korunmak için bağışıklık sisteminin sadece hastalık döneminde değil, her zaman güçlü tutulması gerektiğini söyleyerek, vücut direncini güçlendirmeye yardımcı olacak gıdalarla ilgili bilgi verdi.

“C VİTAMİNİ VE ÇİNKO İÇERİKLİ GIDALARI TÜKETİN”

Bağışlık sistemini güçlü tutmak için doğru beslenmenin önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Gülçin Kantarcı, “C vitaminli ve çinko içerikli gıdaları daha fazla tüketmek doğru. C vitamini bakımından zengin olan zencefil ve zerdeçalın bağışıklık güçlendirici etkileri bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Halk arasında da zencefil ve zerdeçalın bal ile karıştırılarak tüketildiğini görüyoruz. Yeşil çay tüketiminin artırılması önemli. Yeşil çay hem bir antioksidan, hem iyi bir bağışıklık düzenleyicidir” ifadelerini kullandı.

Limon, portakal, bergamot gibi bitkilerin kabuklarını kaynatıp tüketmek gerektiğini vurgulayan Kantarcı, “Bitki kabuklarında çok güçlü polifenoller vardır. Bu polifenoller virüslerin aktivitelerini olumsuz yönde etkiler ve virüsün hücre içerisine girmesini engeller. Bu bitki kabuklarından bazıları limon, portakal, bergamot kabuklarıdır. Bu kabukları birkaç dakika kaynatarak elde edeceğimiz içeceğe biraz bal eklersek, bağışlık sistemini güçlendirecek bir karışım elde etmiş olursunuz” dedi.

“BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRMEDE EN ÇOK KULLANILAN GIDA ‘BAL'”

Doğal bal kullanımının da bağışıklık açısından önemli olduğuna dikkat çeken Kantarcı, şunları söyledi: “Bağışıklık güçlendirmek için en çok kullanılan gıdalardan biri de bal. Bu süreçte doğal bal kullanımı önemli. Yine tükettiğimiz havuç, sarımsak, limon ve roka gibi gıdalar bağışıklığı güçlendiren ve antioksidan etkileri çok yüksek olan gıdalarıdır. Bu gıdaların kiminin virüsün giriş yollarını engelleyici etkileri, kiminin de direkt virüs üzerine etkileri söz konusudur.”

“GEBELER ZENCEFİL KULLANIRKEN DİKKAT ETMELİ”

Her gıdayı yeterli miktarda kullanmak gerektiğini belirten Yeditepe Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Kantarcı “Tüketilen besinlerin hangi sıklıkla ve ne dozda kullanılacağı önemlidir. Örneğin zencefil, bir çay kaşığını dolduracak şekilde tüketilmelidir. Zencefilin bal veya limonla tüketimi de önemlidir. Ama her şeyden önce önemli olan dengeli ve sağlıklı beslenmektir. ‘Ben günde iki çorba kaşığı zerdeçal içeyim, bana virüs bulaşmasın’ diye bir gerçeklik yok. Bu gıdaları belli aralıklarla tüketmek gerekir. Çünkü gıdaların ve bitkilerin de ilaçlar gibi olumlu etkileri olduğu kadar olumsuz etkileri olabilir. Örneğin zencefil gebelerde yüksek dozda kullanıldığı zaman düşüğe sebep olabiliyor. Bu sebeple bitkisel ürünlerin destekleyici ve tamamlayıcı olduğu unutulmamalı, kullanmadan önce mutlaka hekime danışılmalı” dedi.

Akşam yemeklerini hafif tüketmemiz gerektiğini söyleyen Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Hareketli bir yaşam sürmeli ve yaşa uygun spor yapmalıyız. Aşırı kilodan da uzak durmalıyız. Çünkü yaşlanmayla birlikte hareketsizlik önemli bir sorun.” dedi ve ekledi: “Hareketsiz kaldığınız zaman idrarla ilgili birçok probleme davetiye çıkarıyorsunuz.”

İnsan ömrü uzadıkça farklı hastalıkların ön plana çıktığını ifade eden Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Bu farklı hastalıkların başında nörolojik hastalıklar (Demans, Alzheimer) geliyor. Yaş ilerledikçe damar sertliği ihtimali de artıyor. Damar sertliği nedeniyle tromboembolik olaylar yaşanabiliyor. Bunlarda beyne gittiğinde beynin idare ettiği organlarda işlev bozukluğu ortaya çıkıyor. Mesanede işlev bozukluğu da en sık gördüğümüz problemlerden bir tanesi.” diye konuştu.

İnsan ömrü uzadığı için sağlıklı yaşlanmayı kendimize hedef olarak almamız gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Sağlıklı yaşlanmanın en önemli kriterlerinden bir tanesi kardiyovasküler risk faktörlerinden (hipertansiyon, tütün kullanımı, hiperlipidemi, diyabet, obezite, hareketsiz yaşam, depresyon) uzak durmak. Yaşa uygun sporları yapmak da çok önemli. Çünkü yaşlandıkça kas ve bağ dokusunda zayıflık ortaya çıkıyor. Bu yapıyı da koruyabilmek özellikle idrar yolları için çok önemli.” dedi.

Kabızlık sorununu da risk faktörlerinin arasına ekleyen Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Kabızlık dolayısıyla ıkınmak özellikle kadınlarda pelvik organ sarkmasıyla birlikte bazı ek idrar problemlerinin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Bir diğer risk faktörü ise KOAH. Sık öksürükler ve bu öksürüklere bağlı olarak karın içi basıncın artmasıyla pelvik taban bozulabiliyor.” dedi.

50 yaşından itibaren erkekler senede bir kez üroloji uzmanına görünmeli

Yaşlanmayla beraber idrar sorunlarının arttığını ancak bunların hepsinin aynı sebebe bağlı olmadığına dikkat çeken Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Erkeklerde yaşla birlikte ortaya çıkan idrar problemlerinden bir tanesi prostat büyümesi. 50 yaşından itibaren erkekler yılda 1 kez üroloji uzmanına gidip muayene olmalı. Bazen prostat büyümesine bağlı problemler çok yavaş ilerliyor. Hasta bunları geç fark ettiği zaman ise prostata yönelik tedaviler işe yaramayabiliyor. Erken davranmak çok önemli. Ayrıca yaşlanan erkekte nörolojik hastalıklar işeme sorununa yol açabiliyor.” diye konuştu.

Kadınlarda pelvik taban ve bağ dokusu yapısında yaşlanmaya bağlı olarak problemlerin ortaya çıktığını ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Vajinal doğumlar önemli risk faktörü oluşturuyor. Aşırı kilo, hamilelik, menopoz sonrası hormonal değişiklikler bunların hepsi idrar kaçırmayı etkileyen faktörler. Damarsal risk faktörü ve obezite de çok önemli. Aşırı kilodan uzak durulmalı. Hareketli bir yaşam sürmeliyiz. Yaşlanmayla birlikte hareketsizlik bizim en zor baş edebildiğimiz konu. Hareketsizlik olduğu zaman idrarla ilgili birçok problemi davet ettiğimizi bilmemiz lazım.” açıklamasında bulundu.

Kahve ve çay tüketiminin mesaneyi direk uyardığının altını çizen Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Yaşlanmayla birlikte aşırı aktif mesanenin görülme sıklığı artıyor. Sık tuvalete giden, aşırı aktif mesane problemi yaşayan hastalar kahve ve çay tüketimine özellikle dikkat etmeli. Bitkisel çayların içerisinde de mesaneyi uyarıcı maddeler oluyor.” dedi.

Akşam yemeklerinin hafif yenmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Tufan Tarcan şöyle devam etti: “Yatana kadar sıvı, tatlı ve meyve tüketiminde dikkatli olunmalı. Yaşlılarda gece idrara kalkma sayısı artıyor hem erkeklerde hem de kadınlarda. Bunun en önemli sebebi gece idrar miktarının artmış olması. Bu dengesiz beslenmeyle ortaya çıkabildiği gibi aynı zamanda kalp ve damar yetmezliğiyle de yaşanabiliyor. Bu hastalarımıza zorunlu kalmadıkça akşam saatlerinde bir şey yiyip içmemelerini öneriyoruz. Gece idrar kaçırma da çok önemsenmeli. Ailece akşam yemeğinden sonra yenilen meyveler-tatlılar ve içilen çaylar çok önemli. Bunların hepsi idrar kaçırma miktarını artıyor, bunlardan kesinlikle uzaklaşmak lazım.”

Hasta bezlerini ve mesane pedlerini hastalarımıza öneriyoruz

Gece idrara kalkmaların uyku ve hayat kalitesini bozduğunu hatırlatan Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Gece idrara kalkmalar kişiyi yorgun ve halsiz bırakarak günlük performansını düşürüyor. Özellikle yaşlı hastalarda gece idrara kalkma sayısı arttıkça, tuvalete giderken düşmeler ve buna bağlı olarak kalça kırıkları artıyor. Bu yaşlılıkta ortaya çıkan kırıkları azaltmanın en önemli yolu idrara kalkma sayılarını azaltmak. Zihinsel hastalığı bulunan ya da yatağa bağlı ve yürüme zorluğu çeken hastalarımız hijyenik pedlerin yardımıyla idrar kaçırmalarının yan etkilerinden korunmuş oluyorlar. Biz de özellikle bu hasta grubuna hasta bezlerini ve mesane pedlerini öneriyoruz.” diye konuştu.

Kullandığınız ilaçları listeleyin ve doktorunuza her zaman belirtin

Aşırı alkol-sigara tüketimini kesinlikle önermediklerini ve gece idrar için kalkmalarda akşam alınan alkolün zararı olduğunu bildiklerini ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaşlılıkta kullanılan ilaçların mesane üzerinde etkisi olabiliyor. Kullanılan birçok ilacın mesaneyi uyarıcı etkileri oluyor. Mesanede kasılma güçlükleri, sık idrar ve ani sıkışma yaşanabiliyor. İleri yaşta hastalar bize başvurduğunda ilk yaptığımız şey kullandığı ilaçları kontrol etmek oluyor. Doktora giderken ilaçlarınızı her zaman bir liste halinde yazın. Siz kullandığınız ilaçları eksik bir şekilde söyleyince hekim size kullandığınız ilaçla birlikte verilmemesi gereken bir ilaç yazabiliyor. Çok fazla yan etkiyle bu sefer karşı karşıya kalabilirsiniz. Üroloji uzmanının ilaç etkileşimi dolayısıyla kullandığınız ilaçları bilmesi çok önemli.”

Aşırı kilosu olan hastaların normal kiloya indiklerinde 3’te 1’inin idrar kaçırma probleminin kendiliğinden kaybolduğuna şahit olduklarını söyleyen Prof. Dr. Tufan Tarcan, “Aşırı kilolu idrar kaçırma problemi olan hastalarımıza ilk söylediğimiz şey kilo vermeleri oluyor. Kilo verirseniz idrar kaçırma sorununuz tamamen kaybolabilir ya da şiddeti azalabilir. Aynı zamanda cerrahi tedavi planlanan hastalar aşırı kilolu olduğu zaman cerrahinin başarısı düşüyor.” dedi.

İdrar kaçırmak kaçınılmaz kaderiniz değil!

Yaşlılıkta idrar kaçırma probleminin tedavisinin olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tufan Tarcan sözlerini şöyle tamamladı: “İdrar kaçırma kaçınılmaz kaderimiz diye bir şey yok. Birçok hasta idrar kaçırmasına rağmen hekime başvurmuyor. Çünkü bunu yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak görüyor. Zihinsel olarak sağlıklı ve fiziksel olarak yatağa bağımlı olmayan hastalar için idrar kaçırmanın çözümü var. İdrar kaçırma sosyal ve iş yaşamını olumsuz yönde etkilediği gibi yaşlanmayı da hızlandırıyor. İdrar kaçırma tedavi edilmezse hastayı daha çabuk yaşlandıran bir faktör. İdrar kaçıran bir kişi mutlaka bir üroloji uzmanına görünmeli. Altta yatan nedenler çok farklı olabilir. Bunu fark etmek ise üroloji uzmanına ait. Bunların altında çok önemli hayati hastalıklar da yatabilir. Örneğin beyinde su toplanması ya da Parkinson bazen ilk tanısını idrar kaçırmayla gösteriyor. İdrar kaçırmayı kesinlikle küçümsememek lazım.” dedi.

Sağlıklı bir beden, düzgün bir duruş, kaliteli bir yaşam felsefesini benimseyen kadınların şaşmaz tercihlerinden biri olan Pilates’i, Pilates Eğitmeni Faden Dereli’nin kalemiyle sizlerle buluşturuyoruz. İşte Faden Dereli’den pilates üzerine okunası bilgiler:

“Nedir Bu Her Yerde Konuşulan Pilates!

Kimilerinin yalnızca “pilates topu” ile yapıldığını sandığı, kimilerinin “Pilates sadece kadın sporudur” dediği, kimlerinin ise pilates salonlarına giderek havalı pozlar çekip sosyal medyada paylaştığı bu bilinmezliklerle dolu egzersiz dalı hakkında detayları sizinle paylaşmak istedim.

Pilates; kaslarınız ile bağlantı kurmanızı sağlayıp beden farkındalığınızı arttır. Böylelikle fit bir görünüm ve güçlü kaslar ile size daha kaliteli bir yaşam sunar.

Pilatesin Faydaları

  • Daha Dik ve Düzgün Bir Omurga!

Toplumda çok sayıda insanın farkında bile olmadan sahip olduğu omurgasından kaynaklanan duruş bozukluklarını pilates sayesinde öğrenebildiği bir gerçek vardır. Bu egzersizler ile sizler daha önce hiç bilmediğiniz ancak tıpta yeri olan bir takım duruş bozukluklarınızı rahatlıkla öğrenebilirsiniz.

Bu duruş bozuklukları kendilerini genel olarak sırt, boyun ya da bel ağrısı olarak hissettirebilir, bazen de ağrı hissettirmezler ama olmadıkları anlamına gelmez. Omurganızın daha sağlıklı olması için düzeltilmesi gerekmektedir. Bu duruş bozuklukları düzeldikçe kendinizi daha zinde ve sağlıklı hissedersiniz. Dik ve düzgün bir omurga sizlere her zaman daha iyi hissettirecektir.

  • Kemik Yoğunluğunda Artış!

İlerleyen yaş ile birlikte oluşan kemik erimesi bir çok insanın hayat kalitesini düşürmektedir. Bunun sonucunda kırık riskleri ve hareket kabiliyetlerinde kısıtlanma görülür. Bu rahatsızlık temelinde ağrıları da barındırdığı için kişi her gün bu sorunlarla uğraşmak zorunda kalır.

Aslında bunun sebebi kemiklerdeki yıllar içinde oluşan deformasyon ve hasarlardır. Kaslarda azalma ve zayıflama da buna eklenince kişi için yaşlanma hissiyatı daha da artış gösterecektir. Pilates tüm bu olumsuz koşullara alınabilecek en iyi önlemlerden biridir. Kemik yoğunluğunda azalma görülen ve bu sıkıntıları çeken kişiler için pilates artık bir çok doktorun da ilaçlar ile birlikte önerdiği bir egzersiz şeklidir. Güçlenen kemikler ve kaslarla daha kaliteli bir yaşam sürmek mümkün olabilmektedir.

  • Daha Güçlü Kaslar!

Tüm vücudu saran kas kütlesine çok büyük fayda sağlamaktadır. Özellikle omurga çevresindeki kaslar ve vücudun daha güçlü olmasını sağlayan karın bölgesindeki kas gruplarını hedef alır. Pilates kemiğe yapışan derin kas gruplarını çalıştırmaktadır. Bu nedenle kas kütleniz artarken duruşunuz değişir. Ancak bu değişim dışarıdan bir vücut geliştirme sporcusu gibi görünmez. Pilates yaptığınızda daha ince ve uzun kaslara sahip olur bu bağlamda daha fit ve sıkı bir görüntüye kavuşursunuz. Pilatese ara verdiğiniz dönemlerde de vücudunuzda büyük değişimler olmaz.

Birçok insan pilatesin kilo vermek için yapıldığını sanıyor. Uygun bir diyet ile desteklendiği takdirde bu mümkün olabilir. Ancak pilatesin ana hedefi zayıflamak değil daha güçlü ve düzgün bir vücuda sahip olmaktır. Estetik görünüm arzusu içinde olan herkesin zaten belirli bir diyet programını uygulaması gereklidir.

  • Daha Esnek Bir Vücut!

Sağlıklı ve formda olmanın temel şartı esnek kas gruplarına sahip olmaktır. Gün içinde hep aynı hareketleri yapan insanların her gün aynı kasları çalışmaktadır. Bu da zamanla o kasların boylarının kısalmasına ve gergin bir duruma gelmelerine sebep olur. Bunun sonucunda ise duruş bozuklukları ilerler ve kas ağrıları ortaya çıkar. Doğal olarak yaşam kalitesi düşer.

Gergin kasları pilates ile çalıştırarak esnetebilir ve rahatlamasını sağlayabilirsiniz. Özellikle fibromiyelji rahatsızlığı olan kişilerin kaslarını esnetip oralardaki hareketliliği arttırması çok önemlidir. Bunu pilates ile doğru formda ve açıda yapabilirsiniz.

Özellikle erkeklerin kasları bayanlara göre daha gergin olup yaşadıkları kas ağrıları daha fazladır.
Bu nedenle antreman programlarına pilatesi de eklemeleri gerekir. Birçok insanın bildiği yanlış bir bilgi olarak paylaşalım ki sadece yürüyüş yapmak ya da hareketli bir işte çalışıyor olmak bahsettiğimiz bu esnekliği sizlere kazandırmaz. Pilatesin yerini hiç bir sıradan yaşam tarzı alamaz.

  • Uyumlu Bir Nefes – Beden İlişkisi!

Pilatesin prensiplerinden olan nefes size hareketle birlikte doğru nefes almayı öğretmeyi amaçlar. Böylece egzersiz esnasında kaslarınıza oksijeni doğru biçimde gönderip serotonin (mutluluk hormonu) seviyesini arttırır. Ayrıca kaslarınızı çalıştırırken nefes alıp vermeye odaklandığınız için sizi diğer düşüncelerden arındırır. Bu da stres hormonunun azalmasını sağlar. Bir pilates egzersizinden çıktıktan sonra kaslarınız çalışmış, düşünceleriniz sakinleşmiş ve bedeninizi yenilenmiş hissedersiniz.

Pilatesi Kimler Yapabilir?

Pilates her yaş gurubunda herkesin uygulayabileceği kişiye özel programlarla hazırlanan bir egzersizdir. Hamileler de pilates yaparak bu süreci ve doğumu daha rahat atlatabilirler böylece doğumdan sonra kasları da daha hızlı şekle girer. Ancak mutlaka gebeliklerinin durumuna göre doktorlarından onay almaları gerekmektedir.

Herhangi bir rahatsızlığı olan kişiler ise doktorlarının tavsiye ettikleri şekilde pilates yapabilirler.”

Faden Dereli’ye verdiği bilgiler için teşekkür ederken, sizler de kendisinin bilgi ve tecrübelerinden faydalanmak isterseniz:

instagram hesabı olan faden_dereli_pilates ‘ten videolarını ve içeriklerini takip edebilirsiniz.

Geçtiğimiz sene toplumda Hepatit B bilincini oluşturmak ve hastalıktan korunma yollarını daha çok kişiye anlatmak için başlatılan “Hayata Sarı Not Bırak” projesinin yüzü olan ünlü sanatçı Hayrettin, bu sene 28 Temmuz Dünya Hepatit B Günü’nde büyük bir sürprize hazırlanıyor. Hayrettin sosyal medya hesabından ‘Ne taşıyor olabilirsin?’ sorusu ile Instagram’a özel filtresiyle viral hastalığa viral farkındalık yaratarak hastalığı daha geniş çevrelere duyurmayı amaçlıyor.

Türkiye’de Hepatit B hastalığı günden güne artıyor. Viral Hepatitle Savaşım Derneği ve Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği’nin Sağlık Bakanlığı ile birlikte hazırladığı “2018-2023 Viral Hepatit Önleme ve Kontrol Programı”nın verilerine göre, kamuoyunda bilinirlik oranı düşük olan Hepatit B hastalığı tedavi ile kontrol altına alınabilmesine rağmen maalesef 18 yaş üzeri erişkin yaş grubundaki 1.8 milyon kişi hastalığından haberdar değil.

“Hayata Sarı Not Bırak” sloganıyla farkındalık projesi 4,5 milyon kişiye ulaştı

Viral Hepatitle Savaşım Derneği, Hepatit B bilincini arttırmak için geçtiğimiz yıl ünlü sanatçı Hayrettin ve Sarı Mikrofon ile birlikte “Hayata Sarı Not Bırak” sloganıyla Hepatit B farkındalık projesini hayata geçirmişti. Kampanya başlangıcından itibaren günümüze kadar olan süreçte web sitesi, sosyal medya paylaşımları ve röportaj çalışmaları ile toplamda 4,5 milyon kişiye ulaşıldı.

Toplumda Hepatit B bilincini oluşturmak ve hastalıktan korunma yollarını daha çok kişiye anlatabilmek adına sizler de hayatasarınotbırak.com sitesine girerek #Netaşıyorolabilirsin? sorusunu cevaplayabilir, cevabınızla birlikte sosyal medya hesaplarınızdan kampanyanın sitesini paylaşarak bu sayede daha çok kişiyi bilgilendirebilirsiniz.

Hayrettin büyük bir sürprize hazırlanıyor

Viral Hepatitle Savaşım Derneği bu sene de insanları Hepatit B hastalığı konusunda daha çok bilinçlendirmek için çalışmalarını sürdürüyor. Geçtiğimiz sene toplumda Hepatit B bilincini oluşturmak için başlatılan sosyal sorumluluk projesinin yüzü olan Hayrettin, bu sene 28 Temmuz Dünya Hepatit B Günü’nde büyük bir sürprize hazırlanıyor. Hayrettin sosyal medya hesabından ‘Ne taşıyor olabilirsin?’ özel Instagram filtresiyle viral hastalığa viral farkındalık yaratarak hastalığı daha geniş çevrelere duyurmayı amaçlıyor. Hayrettin ayrıca Instagram özel filtresini kullanan ve kampanya hesabını etiketleyerek paylaşan 10 story videosunu yeni çıkacak kampanya klibinde de yayınlayacak. Sosyal medyada toplanan görüntüler eşliğinde Hepatit B temalı bir şarkı ve klip hazırlanacak. Ekim ayında da bu video klibin farkındalık için yayınlanması planlanıyor.

Prof. Dr. Fehmi Tabak: “Amacımız toplumu doğru bilgilendirmek”

Viral Hepatitle Savaşım Derneği Başkanı Prof. Dr. Fehmi Tabak bu sene gerçekleştirecekleri projeyle Hepatit B hastalığı hakkında farkındalık yaratmak için daha geniş kitlelere ulaşmayı hedeflediklerini ifade etti. Herkesin hepatit virüsleri ile karşılaşma ihtimali olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Fehmi Tabak, çok sayıda kişinin de virüs taşıdığını tesadüfen öğrendiğini belirterek şöyle devam etti: “Tamamen sağlıklı bir şahsın bir kan bağışından sonra B tipi hepatit taşıyıcısı olduğunu öğrenmesi veya rutin kan kontrolleri sırasında kronik hepatit olduğunu duyması mümkündür. Kişinin, hepatitler ile ilgili abartılı ve kulaktan dolma bilgileri öğrenmesi ile psikolojisinin gereksiz yere ne kadar değişebileceğini tahmin etmek hiç de güç değil. Bu nedenle amacımız toplumu doğru bilgilendirmek, hastalıkla savaşımda başarılı olmaktır. Hepatitle savaşım ise sağlık çalışanları, kanun yapıcılar, sağlık politikası üretenler ve toplumla hep birlikte olur.”

Hepatit B nasıl bulaşır?

Hepatit B; kan gibi vücut sıvısıyla, jilet, enjektör, diş fırçası gibi eşyaların ortak kullanılmasıyla kolayca bulaşabilir. Virüs bulaşan erişkin hastaların yaklaşık yüzde 10’unun vücudunda hastalığa karşı bağışıklık gelişmez ve bu kişiler kronik Hepatit B hastası olur. Kronik Hepatit B hastalığı 20-30 yıl kadar hiçbir belirti vermeyebilir. Ancak bu sessiz süre içerisinde virüs, karaciğeri olumsuz etkilemeye devam eder.

Belirli bir süre sonra tedavi almayan Kronik Hepatit B hastalarının yaklaşık yüzde 20-30’unda siroz veya karaciğer kanseri gibi ciddi karaciğer hastalıkları gelişebilir. Hepatit B hastalığı karaciğer hastalıklarının ve karaciğer kanserinin en sık karşılaşılan nedenlerinden biridir.

Hepatit B virüsü vücuttan tamamen yok edilemez ancak etkili bir tedavi ile kontrol altına alınabilir ve kötü sonuçlara neden olması engellenebilir.

 

Hava sıcaklıklarının yükselmesi ile birlikte kalp hastalığı riski de artarken, özellikle kalp krizi vakalarına sık rastlanıyor. Öte yandan koronavirüs tehlikesine karşı da dikkatli olunması gereken bu süreçte kalp sağlığını korumak için bazı önlemler alınması önem taşıyor. Memorial Şişli Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Hatice Betül Erer, yaz aylarında kalp sağlığının korunması için dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

Terleme tansiyonu düşürebilir:
Aşırı sıcak ve nemli hava özellikle hipertansiyon, kalp yetersizliği ve kalp damar hastalığı olan kişiler için bazı önemli riskleri beraberinde getirmektedir. Vücudun sıcağa karşı uyguladığı en etkili yöntem terlemedir. Terleme ile birlikte vücuttaki sıvı ve elektrolit olarak tanımlanan tuz ve mineraller kaybedilmekte, damarlarda dolaşan kan hacmi azalmakta ve dolayısıyla böbreklere giden kanın hacmi azaldığı için böbrek fonksiyonlarında bozulmaya yol açabilmektedir. Aynı zamanda terlemenin oluşması için deriyi besleyen damarlarda genişleme olması, ani tansiyon düşüklüğü ve halsizlik gibi durumlara da sebep olmaktadır.
Sıcak havada kalp krizi vakalarının sık görülmesinin nedenlerinden birinin, yazın sıvı kaybıyla birlikte kanın pıhtılaşmaya yatkınlığının artması ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Bu anlamda yaz aylarında yeterli sıvı alımına çok özen gösterilmesi gerekmektedir.

Yaz aylarında çarpıntı artabilir:
Terlemeyle birlikte vücuttan atılan potasyum, magnezyum gibi minerallerin azalması, özellikle kalp hastalarında, çarpıntı ve hayatı tehdit eden ritim bozukluklarının tetikleyicisi olabilmektedir. Sağlıklı bireylerde de yaz aylarında çarpıntı şikayetlerinin arttığı gözlemlenmektedir. Bu çarpıntılar eğer günlük yaşamı etkiliyor, rahatsızlık veriyor, uzun sürüyor ve beraberinde tansiyon düşüklüğü ile baygınlık gibi şikayetler oluyorsa hasta mutlaka bir kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilmelidir.

Kalp sağlığınız için bu önerilere dikkat!
Kalp yetersizliği, koroner arter hastalığı veya hipertansiyon gibi sağlık problemleri olanlar ya da kalp-dolaşım sistemi rahatsızlıklarından korunmak isteyenlerin bu önerilere kulak vermesi önemlidir.
1. Açık renkli ve terlemeyi artırmayan kumaş giysiler tercih edilmelidir.
2. Meyve ve sebze tüketiminin ön planda olduğu Akdeniz diyetine uygun beslenilmelidir.
3. Günlük sıvı ihtiyacının arttığı göz önünde bulundurularak, günlük 2-2.5 lt. civarında sıvı tüketilmelidir.
4. Kan basıncını artırabileceği ve kalp yetersizliği bulgularını kötüleştirebileceği bilinen soda ve maden suyunun kontrolsüz tüketiminden kaçınılmalıdır.
5. Güneş ışınlarının dik olarak geldiği saatlerde dışarı çıkılmamalı, denize sabah ve akşam saatlerinde, mümkünse aç karnına girilmelidir.
6. Egzersizler sabah ve akşam saatlerinde yapılmalıdır.
7. Soğuk su damarlarda spazm yaparak kan akışını bozabildiğinden çok soğuk deniz, havuz veya duşlara girilmemelidir.
8. Göğüs ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, baygınlık hissi gibi şikayetler olduğunda en yakın sağlık kurumuna başvurulmalıdır.
9. Düzenli sağlık kontrolleri aksatılmamalıdır.

Egzersiz kalp sağlığına iyi geliyor
Düzenli ve doğru şekilde yapılan egzersizlerin kalp sağlığını koruduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Egzersizin kalp sağlığını koruyucu etkisi sağlıklı kişiler için olduğu kadar hali hazırda kalp hastalığı bulunanlar için de önemli olduğu hatırlanmalıdır. Kalp hastalığı; hipertansiyon, yüksek kolesterol, fazla kilo, insülin direnci, şeker hastalığı ve sigara gibi “risk faktörleri” adı verilen olumsuz etkenler zemininde gelişmektedir. Düzenli yapılan egzersizin kalp hastalığına neden olduğu bilinen bu risk faktörlerinin olumsuz etkilerini azalttığı birçok bilimsel çalışma ile ortaya konmuştur.

Kalp için yararlı egzersizler seçin
Kalp sağlığı için yararı kanıtlanan egzersiz çeşidi “hareket içeren ve çizgili kasları çalıştıran tempolu aerobik” egzersizlerdir. Bu egzersizlerinin sürdürülebilmesi ve daha yararlı olabilmesi için; yaşa, eklem sağlığına ve diğer olası sağlık sorunlarına uyumlu olarak seçilmesi önemlidir. Bu anlamda kardiyoloji uzmanları tarafından en çok önerilen egzersiz türü genellikle yürüyüş olmaktadır. Burada önemli olan hareket etmek, tempolu olmak ve bu egzersizleri düzenli olarak sürdürmektir.

Tempolu egzersizde maske kullanımına dikkat!
Kalp sağlığı için önerilen egzersiz süresi haftada 150 dk. (5 gün 30 dk.) olarak bildirilmektedir. Kişiye en uygun spor şekli tercih edilmeli ve haftalık program süresine olabildiğince sadık kalınmaya çalışılmalıdır. Covid 19 süresince egzersizlerin sosyal mesafeye dikkat edilerek, uygun mekan ve ortamlarda, koruyucu önlemlere uyularak yapılması önerilmektedir. Sıcak yaz günlerinde maske kullanmak özellikle efor esnasında nefes almakta zorlanmaya neden olabilmektedir. Bu durumda tempolu egzersizleri maskesiz olarak ancak uygun yerlerde ve sosyal mesafe kurallarına uyularak yapılması tavsiye edilmektedir.

Düşündüğünüzden çok daha fazlasını vaat eden bir egzersizi sizlere takdim ediyoruz : Squat!

Squatı sevdiren 5 nedeni sizlere bu yazıda aktaracağız ama önce kendisini tanımakla işe başlayalım :

Squat Nedir?

Kalça, baldır, sırt derken tüm vücudu çalıştırmayı başaran bir nevi kas güçlendirme ve hızlı toparlanma egzersizidir. Temel mantığı çömelip kalkma olan squat, doğru yapıldığında bedeniniz için sayısız faydaya sahiptir. Hiç bir materyal kullanmadan yapabileceğiniz gibi ağırlık kullanarak da yapabilir ve daha verimli sonuç alabilirsiniz. Öncelikle kalça ve baldırları hedef alan bu temel egzersiz, tenis, koşu, uzun atlama gibi bacakların aktif kullanıldığı sporlar için ısınma hareketi olarak mutlaka kullanılmalıdır.

Squat bir kilo verme egzersizi olarak düşünülmemelidir, öncelikli görevi kilo verdirmek değil, kas güçlendirmek ve vücudu sıkılaştırmaktır.

Squat’ı Sevdiren 5 Neden:

  1. Vücudu Güçlendirir : Aslında daha çok bacak ve kalça güçlendiren bir hareket olarak bilinse de squat tüm vücudu çalıştırır. Bu anlamda pek çok egzersizden çok daha önemli ve ön sıradadır. İç bacak, baldır, kalça, sırt, karın derken gündelik hayatta sizi daha güçlü hissettirmesi de bu maddenin ispatı sayılır.
  2. Duruşu Düzeltir : Squat bir denge ve koordinasyon işidir. Vücudun dengeli ve koordineli olarak çalıştığı bir egzersiz biçimi olmakla beraber dik bir duruş ve güzel bir postür için muazzam bir seçimdir. Kamburluk gibi hem sağlık açısından sorun olan hem de görünümü etkileyen pek çok problemi düzeltmektedir.
  3. Selülitlerle Savaşır :Selülitlerin en sevdiği bölgeler olan üst bacak ve kalçaları oldukça etkili bir şekilde çalıştıran squat bu konuda tam bir profesyonel! Selülitli bölgede biriken yağları eritme konusunda ona güvenebilirsiniz, elbette sistematik olarak kendisine vakit ayırdığınızda.
  4. Karın Kaslarını Güçlendirir : Karın vücudun merkezi olarak kabul edilen bölgedir. Aynı zamanda çoğu kadının en fazla yağlanma sorunu yaşadığı bölgelerden biridir. Squat bu konuda da imdadımıza koşuyor ve güçlü karın kasları için bize yardımcı oluyor.
  5. Kalça ve Bacakları Şekillendirir : Dik, sıkı ve yuvarlak görünümlü kalçalara sahip olmak aslında o kadar da uzak değil tıpkı vücutla orantılı ve sıkı bacaklara sahip olmak gibi. Tabi ki bahsettiğimiz özelliklerin yine ortak dostu konu başlığımız olan squat. Kendisine bir şans vermeye ne dersiniz?

Squatın yukarıdaki faydaları haricinde aslında oldukça geçerli ve genel bir faydası daha var ki o da günlük yaşam performansımızı arttırdığı. Güçlü ve sağlam bir vücut, öz güvenli ve dik bir duruş, ağrısız eklemler ve güçlü bir sırt… Kulağa ne kadar da güzel geliyor, siz de tüm bu anlatılanlardan sonra bu egzersizi şimdiden sevmeye başlamadınız mı?

Dip Not : Bel ve diz bölgelerinde problemi olan kişilerin squat yapmaları sakıncalı olabilir. Sağlık durumunuz konusunda doktorunuzdan teyit almayı unutmayınız.